RUHSAL ve FİZİKSEL GELİŞİM

Prof. Dr. Nevzat Yüksel*

* GÜTF Psikiyatri Anabilim Dalı

 

GELİŞİMLE İLGİLİ KURAMSAL MODELLER

  • Tepkisel (reaktif): Çocuğun zihni “tabula rasa” (=bir şablon) olarak kabul edilir. Yeniden öğrenme ile davranışlar değiştirilebilir.
  • Yapısal (strüktürel):
  • Çocuk doğarken genetik olarak bir kapasiteyi beraberinde getirir.
  • Bowlby, Freud, Erikson ve Piaget’nin gelişim kuramlarını buna örnek verebiliriz.
  • Yapısal gelişim kuramının bir diğer önemli kavramı ise dönemlerdir.

İlk çocukluk yıllarında anne ve çocuk arasındaki ilişki birincil bir öneme sahiptir:

  • Bağlanma (attachment) (Bowlby, 1958)
  • Bu kavram çocuğun özel olarak annesine duyduğu bağı tanımlar.
  • Doğuştan getirilen biyolojik belirleyiciler tarafından yönlendirilir.
  • Bu ilişki biçimi sosyal ilişkilerin başlangıç noktasını oluşturur.
  • Bu davranış emme, ağlama, gülümseme, izleme, çağırma, arama, bekleme gibi davranışlarla kendini gösterdiği, anne ile çocuk arasında dinamik, birbirini besleyici bir sistem tarafından denetlenmektedir.
  • Annenin çocuğuna yönelik duygusal bağı "annelik duygusu" diyebileceğimiz "bonding", sözcükleriyle karşılanmaktadır.

 

Dönemlerin başlıca özellikleri

  • Dönemler bir bütünün parçasıdır. Döneme özgü davranışlar vardır ve o dönemin kendi içinde bir özerkliği ve dengesi olması gerekir.
  • Her dönemin kendi içinde bir gelişim süreci vardır (hazırlık, başlama ve bitim gibi).
  • Bir üst dönem bir öncekinden daha gelişmiştir.
  • Bir üst dönemde kendinden önceki dönemlerin bütünleşmesi sağlanır.
  • Değişiklik sadece nicelik değil nitelik olarak da oluşur.
  • Her dönem bir öncekine göre özgülleşme, ayrışma ve bütünleşme kapasitesi yönleriyle daha mükemmele doğru gider.
  • Biyogenetik, çevresel, deneyimsel ve psikolojik etkenler gelişimi olduğu kadar uyumu ve başetme becerilerini de etkiler.
  • Bazı dönemler gelişimsel açıdan daha önemlidir: Bebeklik dönemi ve cinsel kimliğin kazanıldığı fallik dönem gibi.

 

 

PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM (S. Freud)

PSİKOSOSYAL GELİŞİM (E. Erikson)

 

Psikanalize göre (S. Freud)

  • Cinsel yaşam çocukluk döneminde açık belirtilerle başlar.
  • Cinsel sapıklıkların incelenmesi
  • Cinsel organlar dışında başka beden bölgelerinin de haz kaynağı olabilmesi
  • Çocukluk çağında da cinsel uyarılma ve davranışların olabilmesi

 

Psikanalizin cinsellik konusunda getirdiği temel bulgular

  • Cinsel yaşam yalnız ergenlik çağında değil, doğumdan hemen sonra açık belirtilerle başlar.
  • Cinsel (seksüel) ve eşeysel (genital) kavramları birbirinden ayrılmalıdır.
  • Cinsel yaşam bedenin belli bölgelerinin haz duyması ile oluşur. Bu işlev, sonunda üreme amacına da gider. Ancak, üreme işlevi ile bedenin belli bölgelerinden haz alma işlevi her zaman birlikte gitmeyebilir. 

Freud psikoseksüel gelişme kuramını "cinsel haz bölgeleri = libidinal zone" a göre  sıralayarak incelemiştir.

 

 

  1. Erikson gelişme kuramının temel kavramları
  • Aşamalı oluşum ilkesi (epigenetic principle)
  • Organ işlev biçimi (organ mode)
  • Bölge saplanması (oburluk, madde kullnımı)
  • İşlev biçim saplanması (bağımlılık, pasiflik)
  • Toplumsal işlev örüntüsü
  • Ruhsal toplumsal dönemler
      

ORAL DÖNEM (Psikoseksüel açıdan)

Temel güven- güvensizlik (Psikososyal açıdan)

  • İlk bir yılı kapsar.
  • Haz ilkesi temel ilkedir.
  • Çocuk çevreyi ağzı ile tanır.
  • Otoerotizm vardır.
  • Bağımlılık ve çaresizlik vardır.
  • Organ işlev biçimi: İçe alma
  • Toplumsal işlev biçimi: Almak ve elde etmek
  • Anne çocuk ilişkisinde sağlıklı gelişimi sağlayan temel öğeler:
  • Süreklilik
  • Tutarlılık
  • Aynılık
  • Temel güven

 Bu dönemden çıkarılan kimlik duygusunu "içimde yaşattığım ve başkalarına verdiğim umut neyse, ben oyum (I am what hope I have and give)" olarak belirtmiştir.

 

 

ANAL DÖNEM (Psikoseksüel açıdan)

Özerklik dönemi (Psikososyal açıdan)

  • 2-3 yaşlarını kapsar.
  • Bu dönemde anal ve üretral bölgeler erotojen bölge olmuştur.
  • Duygu ve davranışlarda iki-değerlilik (ambivalans) belirgindir.
  • Temel savunmalar: Yalıtma (isolation), karşıt tepki kurma (reaction formation), yer değiştirme (displacement)
  • Organ işlev biçimi: Tutma, bırakma
  • Toplumsal işlev örüntüsü: Tutma, tutunma, buırakma, isteyince bırakabilme
  • Karşıt eğilimler üzerinde denetim kurma
  • Olumlu benlik özelliği: Özerklik duygusu
  • Olumsuz benlik özelliği: Utanç ve şüphe

Bu dönemden çıkarılan kimlik duygusu "Özgür irademle isteyebildiğim neyse, ben oyum (I am what I can will freely)" olacaktır.

 

 

FALLİK DÖNEM (Psikoseksüel açıdan)
Girişim dönemi (Psikososyal açıdan)

  • 3-7 yaş arasını kapsar.
  • Freud: Hem kız hem de erkek çocuklarda fallusun üstünlüğünü savunmuştur.
  • Psikanalize göre bu dönemde en önemli iki sorun:
    * İğdişlik korkusu
    * Oedipus Karmaşası
  • Araştırma ve öğrenme tutkusu
  • Organ işlev biçimi: Giricilik (intrusive mode)
  • Toplumsal işlev örüntüsü: Becerme
  • Oedipus Karmaşası ve özdeşim
  • Yasak sevi (incest kuralı)
  • Olumlu benlik öğesi: Girişim duygusu
  • Olumsuz benlik öğesi: Suçluluk duygusu

 Bu dönemden "Gelecekte kim olmayı düşleyebiliyorsam, ben oyum (I am what I can imagine I will be)" şeklinde bir kimlik duygusu çıkarılmaktadır. 

 

GİZİLLİK DÖNEMİ (Latency stage)

Çalışma ve yapıcılık (Industry)

  • 6-7 ile 12-15 yaş arasını kapsar.
  • Bu dönemde cinsel uğraşların yerini ilgiler, değişik uğraşlar (okul, oyun, spor vb.) alır.
  • Özdeşimler yoğunlaşır ve pekişir.
  • Çocuğun enerjisi sublimasyon (yüceleştirme) için kullanılır.
  • Olumlu benlik özelliği: Çalışma ve yapıcılık
  • Olumsuz benlik özelliği: Yetersizlik ve aşağılık duygusu

Bu evreden çıkarılan kimlik duygusu ise "İş yapma konusunda öğrenebildiğim neyse, ben oyum (I am what can I learn to make work)" olacaktır.

 

ERGENLİK VE DELİKANLILIK DÖNEMİ (Puberty, adolescence)

Kimlik (identity) dönemi

  • 12-15 yaş ile 20 yaş arasıdır.
  • Fiziksel ve hormonal değişim
  • Bağımlılıktan kurtulma
  • İş ve meslek seçimi
  • Kendini kanıtlama
  • Kimlik bunalımı-kimlik dönemeci
  • Kimlik kargaşası
  • Kimlik duygusu

 

GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİ (20-40 yaşlar arası)

YAKINLAŞMA (Intimacy)

  • Ergenlik sonrasıdır.
  • Kendi kimliğini başkası ile birleştirebilme
  • Yakın ilişkiler kurma
  • Genital uyum
  • Yalnızlık duygusu

Bu dönemden çıkarılacak kimlik duygusu "Neye sevdalıysak biz oyuz (We are what we love)" olacaktır. Bunun yapılamadığı durumlarda yalnızlık, toplumdan uzaklaşma ve bunlara bağlı olarak yetersizlik duyguları yaşanır.

 

YETİŞKİNLİK DÖNEMİ

Üreticilik (Generativity)

  • Orta yaşı kapsar
  • Üreticilik
  • Duraganlık ve benliğin yoksullaşması

 

YAŞLILIK DÖNEMİ

Benlik bütünlüğü (ego integrity)

  • Bilgelik (wisdom)
  • Umut yitimi ve ölüm korkusu

 

Yaşamın bu son evresinden kimlik duygusu da "Benden geriye ne kalacaksa, ben oyum (I am what survives of me)" şeklinde belirtilebilir.

 

BİYOLOJİK GELİŞİM

  • İnsanda neokorteks özellikle prefrontal korteksin hayvanlara oranla çok gelişmişt.
  • Beynin gelişimi her insanda özgül bir genetik kapasite ile ve epigenetik bir program çerçevesinde embriyonal gelişmenin üçüncü haftasından itibaren başlar, doğumdan sonraki ilk yıllarda da bu gelişme sürer.
  • Fötal dönemde bireyin gelişmesi kauda-kranial yöndedir.
  • Doğumda ortabeyin, spinal kord, pons, medulla, serebrumdan daha gelişmiş durumdadır. Serebellum ise en az gelişmiştir ve doğumdan bir yaşa kadar olan sürede hızlı bir gelişim gösterir.
  • Beyindeki dokunma, görme, işitme ve motor bölgelerin gelişimi bir sıra izler.
  • Bunlardan motor bölgenin gelişimi en erken başlar ve iki yaşa kadar hızlı şekilde sürer.
  • Daha geç başlayan dokunma, görme ve işitme bölgelerinin gelişimi de iki yaşa kadar motor gelişime yetişir.
  • Kortikal sinaptik dansite bebeklik döneminde hızla artar. 1-2 yaş arasında yetişkindeki yoğunluğun % 50 ve üzerine ulaşır, 16 yaşa kadar hızı azalarak devam eder. 16-75 yaş arası ise sabit kalır.
  • Miyelinizasyon ergenlik dönemi bitimine kadar düzenli bir şekilde sürer.
  • Örneğin dikkat, bellek ve bilincin sağlandığı merkez olan retiküler formasyon ergenlik dönemi sonuna kadar miyelinizasyonunu sürdürür.

 

Duygulanım merkezi:

  • Amigdala çekirdeğinin medial kısmı ve hipotalamusun bazı bölgeleri kızgınlık
  • Anterior singulat girus korku
  • Santral gri madde kızgınlık ve korku
  • Lateral amigdala korkusuzluk, zevk algısı
  • Limbik sistem iştah, zevk ve cinsel dürtü için merkezler oluşturmakta ve sırayla bu sistemlerin miyelinizasyonu ile duygulanım sistemi tamamlanmaktadır.
  • Hipotalamik-hipofiz-gonadal eksen fötus ve erken bebeklik döneminde çalışırken, çocukluk döneminde baskılanır, ergenlik ile yeniden çalışmaya başlar.
  • Büyümedeki aşamalarda büyüme hormonu dışında hipofiz bezi, tiroid bezi de önemlidir.
  • Büyümenin sadece birkaç hormona değil, hipofize bağımlı; birçok hormonun işe karışması ile oluşan bir süreç olduğu söylenebilir.
  • Biyojenik amin ve diğer nörotransmitter salınımının da gelişimsel bir süreç gösterdiği düşünülmektedir.
  • Örneğin dopamin beta hidroksilaz (DbH) doğumdan 10 yaşa dek 10 kat artar.
  • Reseptör yoğunluğu doğumdan sonraki 2-4 aylar arasında en yüksek yoğunluğa ulaşır.
  • Gelişim sırasında sürekli bir sinaptik yenilenme vardır, bu da öğrenme ve beceri kazanmanın kolaylaşmasına neden olur.
  • Örneğin konuşma merkezinin zedelendiği küçük bir çocuk birkaç gün içinde konuşmasını düzeltebilirken, aynı merkezi aynı derecede zedelenen bir yetişkin hayat boyu afazik kalabilir.
  • Enzim aktiviteleri ve bazı nörotransmitterler zaman içinde değişkenlik gösterir:
  • Örneğin yaşla dopamin ve serotonin azalır.

 

NÖROFİZYOLOJİK GELİŞİM

EEG gelişimi

  • EEG gelişimi de bir sıra izler.
  • Doğum sonrası çevresel etkileşim EEG gelişimini etkiler.
  • Spitz'in organizatör (düzenleyici) kavramı: Bu kavram nörofizyolojik gelişimle davranış ilişkisini ttanımlayan kavramdır.
  • İlk organizatör gülümseme davranışı olup bu dönemde EEG'de değişiklik başlar.
  • Uyanıklıktan doğrudan REM'e atlayan EEG hızla değişerek birkaç ay içinde uyanıklık, birinci, ikinci dönem uykusu, nonREM ve REM'e geçmeye başlar.
  • Uyanıklık EEG'sindeki değişiklikler özellikle 2, 6 ve 11. yaşlarda oluşur.
  • Bu yaşlarda bilişsel işlevlerin önemli değişiklikler gösterdiği bilinmektedir.
  • Uyku dikenleri belleğin belirginleşmeye başladığı, yabancı anksiyetesinin belirginleştiği 6-12. aylar arasında azalmaya başlar.
  • İlk organizatörün ardından bebek anne yüzünü tanıyıp gülümsemeye başladığında kendi dışında olan diğer nesneleri de algılamaya başlar.
  • 3-6 aylık dönemde; gerek uyku gerek uyanıklık EEG'si gelişimini sürdürür.
  • Altıncı ayda K kompleksi görülmeye başlar. Bu bilgi-işlem sürecinin başladığını gösterir.

 

  • Spitz'e göre ikinci organizatör yabancı anksiyetesidir.
  • İkinci organizatör bebeğin anneyi anne olmayanlardan ayırt etmesi ile başlar.
  • 6 ve 7. aylarda belirginleşir.
  • 8-10. aylar arasında ayrışma anksiyetesi ile binişir.
  • Bu dönemde EEG'de delta ve teta etkinliklerinde yavaşlama ortaya çıkar
  • 8-9 aylıktan sonra EEG değişimi platoya ulaşır.
  • Uyku dikenleri belirgin bir şekilde ayrışır.
  • Uykunun % 20'sini REM oluşturmaya başlar. Uyanıklık EEG'sindeki alfa ritminde artma görülür.
  • Üçüncü organizatör "hayır" sözcüğü ile başlar.
  • Bu dönem 16. aya rastlar ki bu da kavram oluşumunun başladığının işaretidir.
  • Hayır sözcüğü çocuğun ilk zihinsel etkinliğinin başladığının işaretidir.
  • Bu dönemde dil gelişimi hızla sürer, gereksinim ve istek belirten sözcükler eklenir.
  • Nesne sürekliliği ve değişmezliği bu dönemde oluşmaya başlar, 18 ve 24. aylarda daha iyi şekillenir.
  • Dördüncü organizatör rüyaların anlatılması ile belirle
  • 18-24. aylarda oluşmaya başlar.
  • İntrapsişik dengenin, içrel bütünleşmenin sağlanmaya başladığının ilk işaretidir. EEG'de ise alfa ritimlerinin geliştiği görülür. Rüya ile birlikte duygusal davranışlarda gelişme olur.
  • Gizillik döneminde (5-8 yaşlar arası) EEG'de yeniden önemli gelişmeler olur.
  • Ergenlik döneminde EEG gelişiminde bir sıçrama olur, düzensizlikler zaman içinde biter ve alfa egemenliği görülür, 17 yaşında ise EEG yetişkin biçimine girer.

 

FİZİKSEL GELİŞİM

  • Beslenme, bakım ve korumanın gelişimi yakından etkiler.
  • Işık ve ısının gelişim üzerinde etkisi vardır.
  • Bu kendini mevsimlerin etkisi şeklinde gösterir: Nisan-Ekim ayları arasındaki dönemde boyun diğer dönemlerden daha fazla uzadığı gözlenmektedir.
  • Başta tiroid, adrenal sistem, insülin olmak üzere hormonal sistem fiziksel gelişimi yakından etkiler.
  • Hastalık döneminde gelişimde ortaya çıkan duraklamaların açığı, iyileşmenin ardından hızla kapatılır.
  • Süregen hastalıklar gelişimi kalıcı biçimde bozabilir.
  • Aynı şekilde prematür bebeklerin normal ölçülere ulaşma hızları da yüksektir.

 

BİLİŞSEL GELİŞİM

 

Bilişsel gelişim

Piaget’in kuramında bilişsel gelişim süreci ile ilgili diğer kavramlar:

  • Adaptasyon süreci: Adaptasyon kişinin çevreye uyum yetisidir. Bu yeti iki süreç ile gerçekleşir. Bunlar assimilasyon ve akomodasyon süreçleridir.
  • Assimilasyon: Subjektif bir süreç olup kişinin dış dünyayı kendi ön bilgilerine göre ayıklaması ve yeni olan deneyimleri zihinsel süreçlerle içeri alması şeklinde işler.
  • Akomodasyon: Önceki bilgilerin çevrenin gerçekçi isteklerine göre değiştirilmesi anlamına gelir. Bunu da bilişsel yapısını değiştirerek yapar.

 

 

Bilişsel gelişim dönemleri

Duyusal motor dönem (Doğum-2 yaş)

   Bu devrede bebekler duyu organları ile çevreyi öğrenirler ve de çevre üzerindeki manipulasyonları ile motor işlevlerinde kontrol kazanmaya başlarlar. Bu dönem de kendi içinde altı alt devreye ayrılmaktadır.

  • Doğum-2aylık: Dış dünya ile etkileşimini ve akomodasyonunu doğuştan getirdiği motor ve duyusal refleksleri ile yapar.
  • 2-5 aylık: Birincil sirküler tepki dönemidir. Kendi bedeninin etkinliklerini beş duyusu ile düzenler. Göremediği alanlardan uyaran beklemez, merak gösterebilir.
  • 5-9 aylık: İkincil sirküler tepki dönemidir. Çevreden yeni uyaranlar arayışı içinde olup hem çevreyi değiştirmek, hem de kendi davranışının sonucunu merak ettiği için eylem başlatır. Amaçlı davranışlar başlar.
  • 9 ay-1 yaş: Nesne sürekliliğinin gelişmesinin ön belirtileri görülür. Nesnenin kendi dışında da var olabileceği düşüncesi belirmeye başlar. Taklit başlar.
  • 1-1.5 yaş: Tersiyer sirküler tepki dönemidir. Yeni deneyimler arar, kendine özgü ilgi çekici davranışlar yaratır.
  • 5-2 yaş: Sembolik düşünce oluşur, olaylar ve nesnelerin sembolik tasarımlarını kullanır. Sebep-sonuç ilişkisi başlar. Bir nesne yardımı ile diğerine ulaşmaya çalışır. Nesne sürekliliği kazanılmıştır.

 

   Duyusal motor dönemdeki öğrenmeler gittikçe artan ve gelişen şemalarla olur. Nesne sürekliliği kazanılması artık bir sonraki döneme geçişin hazır olduğunun işaretidir.

 

 

İşlem öncesi dönem (2-7 yaş arası)

  • Bu dönemde çocuk dilini geliştirmiş ve sembol kullanımı gelişerek artmıştır.
  • Sebep-sonuç ilişkisini mantığa dayandırmadan, görünür koşullara göre kurar.
  • Kavraması basit ve sınırlıdır. Örneğin, nesneleri adlandırır, fakat sınıflayamaz. Olayları mantık yoluyla birleştiremez.
  • Bu dönemdeki çocuklar değer yargılarını, ahlak kurallarını kavrayamaz.
  • Bu dönemdeki çocuklar yakınları tarafından bencil olarak tanımlanırlar. Nedeni ise görüş ve değerlendiriş açılarının çok sınırlı olmasıdır. Başkasının açısından göremezler ve davranışlarını başkaları için değiştiremezler.
  • Bu dönemin diğer önemli özelliklerinden biri fenomenolojik nedenselliğin (örneğin, kötü düşünceler kazaya neden olur) ve animistik düşüncenin varlığıdır. Hareket eden cansız nesnelerin canlı olduğunu düşünür.

 

Somut işlemsel dönem (7-11 yaş arası)

  • Çocuk artık nicel olan, gerçek olan ve algılayabildiği şeylerle düşünür ve eyleme geçer.
  • Ben merkezci düşüncenin yerini artık işlevsel düşünce almıştır.
  • Sınırlı da olsa mantıklı düşünme başlar. Belirli özelliklerine göre artık gruplandırma yapabilir.
  • İki özellik arasında nedensellik bağı kurar ve sonuca varır
  • Bu dönemdeki çocuklar artık kuralların nedenselliğini kavrayabilirler ve uyarlar. Değer yargılarını anlar ve kendi değer yargılarını geliştirmeye başlarlar.
  • Bu dönemin diğer özellikleri ise;
  • Tersine çevrilebilirlik
  • Dönüşümsellik ve
  • Korunum kavramlarının gelişmesidir.

 

Formel işlemsel dönem (11 yaş- ergenliğin sonu)

  • Soyut düşünme
  • Nedenselliği görme
  • Kavramları tanımlayabilme yeteneklerine kavuşur ve geliştirir. Düşünce soyut, sistematik, mantıklı ve sembolik bir anlamda belirgin gelişmeler gösterir.
  • Kombinasyonlar yapılabilir.
  • Yer değiştirmelerin yapılabilmesi önemli özelliklerdir.
  • Ayrıca bu dönemdeki genç bir olayı açıklarken olasılıkları ve olası ilişkileri eldeki verilere göre kurabilir.
  • Dil kullanımı çok gelişmiş olup mantık kurallarını içerir.
  • Dilbilgisi düzgünleşmiştir. 

 

DİL GELİŞİMİ

Dil gelişimine ilişkin ortaya atılan başlıca kuramlar şunlardır:

  • Davranışcı kuram
  • Bu kuram dil kazanımında bebeğin konuşanları taklit etmesi ve erişkinlerin ödüllendirmelerle bebeğin çıkardığı sesleri desteklemeleri üzerinde durur.
  • Biyolojik kuram
  • Bu kuramda, doğuştan getirilen yetenekler ve dil öğrenimine bebeğin bir şekilde programlanmış olduğu açıklanır.
  • Beyin gelişiminin önemi vurgulanırken, dilin öğrenilmesinde kritik dönemler bulunduğuna işaret edilir.
  • Sosyal etkileşim kuramı:
  • Bu kuramda ise dilin öğrenildiği sosyal ve kültürel ortamdan etkilendiği belirtilir.

 

Dil gelişimi

  • Dil gelişiminde yaşamın ilk bir yılı prelinguistik dönem olarak bilinir.
  • Bu dönemde bebek ses ve mimiklerle iletişim kurar.
  • Yenidoğan değişik sesleri ayırabilir. İnsan sesine yönelir
  • İlk birkaç ay içinde bebeğin ağlaması açlığa, ağrıya, rahatsızlığa göre ayrışmaya başlayacaktır.
  • 4-8 aylardaki dönem “ses oyunu (vocal play)” dönemi olarak belirtilir:
  • Agulama (babbling) dönemi olarak da bilinen bu dönemde bebek sesli ve sessiz harfler içeren tek heceler üretir.

 

  • İlk yılın ikinci yarısından başlayarak “yineleyen agulama (reduplicated babbling)” dönemi başlar. Bu dönemde yineleyen hecelerden oluşan sesler çıarılır.
  • Yaklaşık 5 aylıkken sessiz harflerin kullanımı ve ses taklidi, 11. ayda ise kelimelerin taklit edilmesi başlar.
  • İlk yılın sonunda bebekler alışkın oldukları ortamda sürekli duydukları bazı sözcüklere yanıt vermeye başlarlar.
  • İlk yılın sonuna doğru çoğu bebek sözcük kullanmaya başlar. Bu sözcükler normal dile benzemez.
  • Bu dönemde kendine özgü olan ve dört ya da daha fazla heceli, gerçek kelime içermeyen cümle benzeri sözler kullandığı görülür (Jargon dil).
  • 10-20 aylık çocukların ses üretimleri ile ilgili bir çalışmada çok heceli gerçek kelime üretimine odaklaşılmıştır.
  • İkinci yaşta çocuğun kelime haznesi 200’e ulaşmaktadır.
  • Çocuk sentaks kurallarını 2-3 yaşından itibaren kazanmaya başlar.

    

Lenneberg’e göre çocukta dil gelişiminin 6 tipik özelliği vardır:

  • Bütün toplumlarda geçerli olan bir seyir izler.
  • Başlangıcı yaşla ilişkilidir.
  • Her yerde sadece bir ve aynı biçimde oluşur.
  • Daha çok iç yapılanmayla ilişkilidir.
  • Bu yapılanma evrimle uzun zaman içinde değişkenlik göstermiş olabilir.
  • Beynin belirli bölgeleri dil gelişimi ile yakından ilişkili olup bunların zedelenmelerinde gelişim aksayacaktır.

 

 

AHLAK GELİŞİMİ

  • Bireysel ve toplumsal değer yargıları
  • Aile ortamı
  • Yargılama yetisi
  • Zeka
  • Olabilecek sonucu tahmin etme
  • Dürtüleri denetleyebilme ve dikkatini sürdürebilme
  • Fantazilerini denetleyebilme (özellikle saldırgan fantaziler)
  • Başkası ile empati yapabilme

 

Kolberg’e göre ahlak gelişim

  • Dönem I: Ahlaki değerler öncesi dönemi olup kendi içinde ikiye ayrılır.
  • Anne babaların cezalarına göre davranışların uyarlandığı ve
  • Ödüllendirilmek için olumlu davranışların sergilendiği dönemdir.
  • Dönem II: Beklenen iyi, olumlu rolü üstlenmeye yönelik
  • Başkalarının onayını almak için ve
  • Statüyü sağlamak için iyi davranışların sergilendiği dönemdir.
  • Dönem III: Kendi ahlaki değerlerinin, kurallarının oluştuğu dönemdir.
  • Kişisel hakların, toplumsal davranışların kabullenildiği ve
  • Bireysel değerlerin oluştuğu dönemdir. Bu dönemlerin yetişkinliğe kadar gelişmesi beklenir

 

 

DİĞER GELİŞİM KURAMCILARI

Anna Freud'a göre gelişimin prototipini bağımlılıktan duygusal bağımsızlığa ve yetişkin nesne ilişkilerine geçiş oluşturur. Ona göre;

  • Anne ve bebek oral dönemde biyolojik bir birim oluşturur. Bu birimde annenin narsisizmi çocuğa aktarılmıştır, çocuğun narsisistik dünyasında da annesi vardır.
  • Nesne sürekliliğinin kazanılması ve bunun yanında olumlu iç imgelerin oluşmasıyla biyolojik ve psikolojik bütünlük çözülmeye başlar.

 

Melanie Klein da Freud'un bir izleyicisi olarak Freud'un içgüdü kuramı ve özellikle de ölüm içgüdüsü kavramından yola çıkarak çocuğun, dayanılmaz ve yıkıcı oral dürtülerden  kurtulma çabası içinde bunları dış dünyaya yansıttığını ileri sürmüş, bu yansıtılan dürtülerin ilk alıcısının anne memesi olduğunu ileri sürmüştür.

Margaret Mahler, kuramını "sağlıklı bebek" kliniklerindeki gözlemleri ve "infantil psikoz" ile ilgili çalışmaları sonucu geliştirmiştir. Mahler, bebeğin psikolojik doğumu kavramını getirmiştir. Mahler "ayrışma-bireyselleşme" sürecini taanımlamıştır.

Bebeğin annesinden fiziksel ve duygusal ayrılığının farkına varması ayrışma, fiziksel duygusal özellikleriyle ayrı bir birey olduğunun farkına varması da bireyselleşme anlamına gelmektedir.

 

 

 

RUHSAL ve FİZİKSEL  GELİŞİM

 

Dr. Şahnur Şener*,  Dr. Selahattin Şenol**, Dr. Elvan Karacan***

_____________________________________________________________

* Prof. Dr., **Doç. Dr., ***Uzm. Dr.; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

 

Genel bilgiler

Araştırmacılar gelişimsel özelliklerin doğası ile ilgili değişik alanlara yönelmişler ve insanın gelişimsel süreci üzerine değişik kuramlar geliştirmişlerdir. Biyolojik kuramlar, öğrenme kuramları, psikanalitik kuramlar ve bilişsel gelişim kuramları dört ana çerçeveyi oluşturmuştur. İnsan gelişimi üzerine yazılan kitap ya da bölümlerde yazarlar ya gelişim dönemleri ile ilgili bu kuramlar üzerinden boylamsal olarak gelişimi vermekte ya da yaş grupları içindeki gelişimsel özellikleri kesitsel olarak aktarmaktadırlar (Örneğin; doğum öncesi, bebeklik, oyun çağı, okul çağı, erken-orta ve geç ergenlik, erken-orta ve geç yetişkinlik gibi, ya da 0-1 yaş gelişimi, 2-6 yaş, 7-12 yaş, 13-18 yaş gibi). Bu bölümde gelişim, kuramlara özgü gelişimsel dönemler üzerinden verilecektir.

İnsanın fiziksel ve ruhsal gelişimi üzerine yapılan çalışmalar; insan gelişiminin her birey, her toplum ve kültür için standart olmasa da büyük benzerlikler gösteren ve belirli bir düzen izleyen gelişimsel dönemleri olduğu  görüşünde birleşmektedir. İlk olarak Erik Erikson tarafından tanımlanan ve Piaget’nin bilişsel gelişim kuramında da vurgulanan epigenetik kurala göre, gelişimin sağlıklı olarak sürebilmesi için  her dönemin kendi içinde  gereksinim, sorun ve görevler yönünden uygun zamanda tamamlanması gerekmektedir. Dönemler davranışın analiz edilmesine, biyolojik sınıflandırmaların yapılmasına ve sürekliliğin anlaşılmasına yardım eder. Dönemlerin başlıca özellikleri:

  1. Dönemler bir bütünün parçasıdır. Döneme özgü davranışlar vardır ve o dönemin kendi içinde bir özerkliği ve dengesi olması gerekir.

 

  1. Her dönemin kendi içinde bir gelişim süreci vardır (hazırlık, başlama ve bitim gibi).
  2. Bir üst dönem bir öncekinden daha gelişmiştir.
  3. Bir üst dönemde kendinden önceki dönemlerin bütünleşmesi sağlanır.
  4. Değişiklik sadece nicelik değil nitelik olarak da oluşur.
  5. Her dönem bir öncekine göre özgülleşme, ayrışma ve bütünleşme kapasitesi yönleriyle daha mükemmele doğru gider.
  6. Biyogenetik, çevresel, deneyimsel ve psikolojik etkenler gelişimi olduğu kadar uyumu ve başetme becerilerini de etkiler.
  7. Her ne kadar her dönemin kendine özgü nitelikleri varsa da bazı dönemler daha duyarlı ve işlevi açısından daha önemlidir. Örneğin, bağlılığın geliştiği bebeklik dönemi ve cinsel kimliğin kazanıldığı fallik dönem gibi.

Gelişim ile ilgili kuramsal modeller içinde yapısal (strüktürel) kuram gelişimdeki bu dönemsel özellikler üzerinde durur.  Bu kurama göre bebek doğarken genetik olarak bir kapasiteyi beraberinde getirir. Bu kapasite gelişim ve davranış örüntülerini ya da sistemlerini içerir ve daha başlangıçtan itibaren çevresi üzerinde bu örüntüleri kullanarak etkileşime girer. Bowlby, Freud, Erikson ve Piaget'nin gelişim kuramlarını  buna örnek verebiliriz. Tepkisel (reaktif) kurama göre ise çocuğun zihni "tabula rasa" (boş bir şablon) olarak kabul edilir. Çocuğun çevresiyle olan etkileşimiyle bu şablon dolmaya başlar. Bu; öğrenme, davranış, uyarı-yanıt modellerinin geçerli olduğu bir görüştür. Bu görüş hastalık belirtilerinin öğrenilmiş bir davranış olduğunu kabul etmektedir. Belirti ya da bozukluk öğrenildiğine göre  yeniden öğrenme ya da çevresel değişikliklerle düzeltilebilir.

Bu bölümde insanın ruhsal ve fiziksel gelişimi anlatılırken doğum öncesi dönemin önemi, anne-bebek etkileşiminin gelişimdeki rolü, biyolojik gelişim, nörofizyolojik ve psişik gelişim arasındaki ilişki, bilişsel gelişim, psikoseksüel gelişim, psikososyal gelişim, dil gelişimi, ahlak gelişimi ve diğer önemli gelişim kuramları üzerinde durulacaktır.

Doğum öncesi dönemde gelişmekte olan fötal sinir sistemi; toksoplazma, sitomegalo virüs, kızamıkçık gibi enfeksiyonlar, düşük tehlikesi, travmalar, ilaç, sigara, alkol ya da madde kullanımı, beslenme bozuklukları gibi çeşitli etkenlerden kolaylıkla hasar görebilir. Prenatal dönemde sağlıklı gelişim için annenin beden ve ruh sağlığı en temel koşullardan biridir. Kaygı düzeyi yüksek annelerin bebeklerinde hiperaktivite, aşırı uyarılmışlık, uyku ve beslenme bozukluğu, düşük doğum ağırlığı dikkati çekmektedir. Bebeğin istenip istenmemesi, cinsiyet beklentileri, ailenin sosyal ve ekonomik koşulları da bebeğin anne ve babası tarafından kabullenilme derecesini etkileyecektir.

Bebeklik dönemindeki sağlıklı bakım ve beslenmenin yanısıra anne bebek ilişkisinin nicel ve nitel özellikleri bebeğin ruhsal gelişimine çok belirgin katkılar sağlayacaktır. Bowlby'nin 1958 yılında çocuk ile anne arasındaki ilişkiyi araştırdığı çalışmasında kullandığı bağlanma (attachment) terimi çocuk gelişiminde tartışılmaz önemini korumaktadır. Çocuğun özel olarak annesine duyduğu bağın daha çok doğuştan getirilen biyolojik belirleyiciler tarafından yönlendirildiği; sosyal ilişkilerin başlangıç noktasını oluşturduğu; emme, ağlama, gülümseme, izleme, çağırma, arama, bekleme gibi davranışlarla kendini gösterdiği, anne ile çocuk arasında dinamik, birbirini besleyici bir sistem tarafından denetlendiği vurgulanmaktadır. Annenin çocuğuna yönelik duygusal bağı "annelik duygusu" diyebileceğimiz "bonding", çocuğun annesine yönelik duygusal bağın da "bağlanma" "attachment" sözcükleriyle karşılanmaktadır. Anneye yönelik bağlanma belirtileri; a) işaretler b) davranışlar, c) duygulanımlar olarak gruplandırılabilir. Rutter ise bu belirtileri a) işaretler: ağlama, gülümseme, seslenme, b) tavırlar: bakma, izleme, yönelme, c) dokunmalar: çekme, yanaşma, asılma, kucaklama şeklinde gruplandırmaktadır. Rheingold, bağlanmanın 5-12. aylar arasında oluşmaya başladığını belirtmiş, yabancılık çekme ve ayrılma kaygısının bu gelişimin yansımaları olarak ele alınması gerektiğini ileri sürmüştür.

Diğer araştırmacılara göre çocuklar 3 yaşından sonra seçici olarak anaokulu öğretmeni gibi ikincil kişilere yönelebilmekte, bağlanma süresi 6 yaşına kadar sürebilmektedir. Çocuklarda sıkıntı veren durumlarda bağlanma davranışları nicelik ve nitelik olarak artış göstermektedir. Bu artışlar gerileme olarak değerlendirilmemektedir. Doğumla birlikte başlayan sağlıklı bağlanma anne ile çocuğun ilerideki ilişkisini belirleyici bir nitelik taşımaktadır. Örneğin, doğumu izleyen ilk 45-60 dakikalık dönemde bebek uyanık ve alıcı durumdadır. Yenidoğan döneminin ilk üç günündeki anne-bebek yakınlığı ve temas son derece önemlidir. Yenidoğan dönemindeki hastalıklar, erken doğum ve buna bağlı olarak uzamış ayrılıklar, gelişme gerilikleri, komplikasyonlu doğumlar ve çocuğun cinsel ve fiziksel sömürüsü sağlıklı bağlanmayı engelleyen etkenlerden bazıları olarak bilinmektedir.

 

BİYOLOJİK GELİŞİM

İnsan beyninin filogenetik olarak kazanılmış kendine özgü yapısı ve gizilgücü bulunmaktadır. Bu yapı milyonlarca yıl boyunca gelişmiş ve bugünkü düzeyine ulaşmıştır. Bu yapının en önemli özelliği neokorteksin ve özellikle prefrontal korteksin hayvanlara oranla çok gelişmiş olmasıdır. Temel yapısı filogenetik olarak kazanılmış olan insan beyninin gelişmesi her insanda kişiye özgü bir genetik kapasite ile ve epigenetik bir program çerçevesinde embriyonal gelişmenin üçüncü haftasından itibaren başlar, doğumdan sonraki ilk yıllarda da bu gelişme sürer. Fötal dönemde bireyin gelişmesi kauda-kranial yöndedir. Yani doğumda ortabeyin, spinal kord, pons, medulla, serebrumdan daha gelişmiş durumdadır. Serebellum ise en az gelişmiştir ve doğumdan bir yaşa kadar olan sürede hızlı bir gelişim gösterir. Beyindeki dokunma, görme, işitme ve motor bölgelerin gelişimi bir sıra izler. Bunlardan motor bölgenin gelişimi en erken başlar ve iki yaşa kadar hızlı şekilde sürer. Daha geç başlayan dokunma, görme ve işitme bölgelerinin gelişimi de iki yaşa kadar motor gelişime yetişir. Görmenin işitmeden önce başladığını; zeka, motor ve dokunma gelişiminin sefalo-kaudal bir yön izlediğini görmekteyiz.

Miyelinizasyon ergenlik dönemi bitimine, hatta erken yetişkin dönemine kadar düzenli bir şekilde sürer. Bir başka deyişle bir sistemde başlayıp orada tamamlanınca başka bir sisteme dalgalar şeklinde yayılır. Örneğin dikkat, bellek ve bilincin sağlandığı merkez olan retiküler formasyon ergenlik dönemi sonuna kadar miyelinizasyonunu sürdürür.

Duygulanım merkezi için örnek verecek olursak;

1) Amigdala çekirdeğinin medial kısmı ve hipotalamusun bazı bölgeleri kızgınlık için

2) Anterior singulat girus korku için

3) Santral gri madde kızgınlık ve korku için

4) Lateral amigdala korkusuzlukzevk algısı için

5) Limbik sistem iştah, zevk ve cinsel dürtü için merkezler oluşturmakta ve sırayla bu sistemlerin miyelinizasyonu ile duygulanım sistemi tamamlanmaktadır.

Retiküler formasyondan çıkan yan dal, hipotalamusu uyarmakta, lokus seruleustan çıkan arka dal ise hipokampusu uyararak bilişsel işlevleri sağlamaktadır. Bellek oluşumu hipokampus, olayların anımsanması ise temporal korteks aracılığı ile sağlanır. Miyelinizasyon gecikmesinin bebeğin gülümsemesinde gecikmeye neden olabildiği bilinmektedir.

Hipotalamik-hipofiz-gonadal eksen fötus ve erken bebeklik döneminde çalışırken, çocukluk döneminde baskılanır, ergenlik ile yeniden çalışmaya başlar. Büyümedeki aşamalarda büyüme hormonu dışında hipofiz bezinin de önemli olduğu düşünülmektedir.

ACTH'nın ergenlik öncesi çocuklarda büyümeye etkisi yoktur. Ancak tiroid hormonunun rolü olabilir. Sonuçta büyümenin sadece birkaç hormona değil, hipofize bağımlı; birçok hormonun işe karışması ile oluşan bir süreç olduğu söylenebilir.

Biyojenik amin ve diğer nörotransmitter salınımının da gelişimsel bir süreç gösterdiği düşünülmektedir. Örneğin dopamin beta hidroksilaz (DbH) doğumdan 10 yaşa dek 10 kat artar. DbH düzeyi ile irritabilite, aktivite düzeyi ve sosyabilite arasında bir ilişki saptanmıştır. Biyokimyasal çalışmalar dopamin, noradrenalin ve serotonin yoğunluklarının bazı maymun türlerinin kortekslerinde doğum sonrası ilk iki ayda hızla arttığını ve 5. ayda erişkin düzeyine ulaştığını ortaya koymuştur. Major nörotransmitter reseptör yerlerinin değişik kortikal alanlardaki yığılımının çalışıldığı son araştırmalar bunların en yüksek yoğunluğa doğumdan sonraki 2-4 aylar arasında ulaştığını göstermiştir. Reseptör yoğunluğundaki artışa ilişkin eğriler, incelenen tüm alanlarda sinaptogenezis ile benzerlik göstermektedir. Fakat reseptör yoğunluğundaki azalma, sinaptik azalmadan bir miktar önde gitmektedir. Gelişim sırasında sürekli bir sinaptik yenilenme vardır, bu da öğrenme ve beceri kazanmanın kolaylaşmasına neden olur. Bu ayrıca inmatür beyin hasarındaki düzelmenin matür beyin hasarındakinden çok daha iyi ve daha hızlı olabileceğinin nedenini açıklamaktadır. Örneğin konuşma merkezinin zedelendiği küçük bir çocuk birkaç gün içinde konuşmasını düzeltebilirken, aynı merkezi aynı derecede zedelenen bir yetişkin hayat boyu afazik kalabilir. Beyin korteksinin sinaptik yoğunluğu bebeklik döneminde hızla artar. 1-2 yaş arasında yetişkindeki yoğunluğunun yarısına, hatta biraz üzerindeki bir orana ulaşır, 16 yaşa kadar hızı azalarak artışı sürer. 16-75 yaş arası ise sabit kalır. Erişkin döneme kadar sinaps oluşumu ve sinaps eliminasyonu arasındaki yarış sürmekte, ancak aralarında denge de korunmaktadır. Ruhsal bozukluklarda bu dengenin bozulabildiği, örneğin ergenlik dönemi şizofrenisinde sinaps eliminasyon programında bozulma" olduğu ileri sürülmektedir. Sinaps oluşumu ile biyokimyasal süreçler arasında bir benzerlik vardır. Maymunlarda doğumdan sonraki ilk iki ayda serotonin  hızla artmaktadır. Beşinci ayda erişkin düzeyine ulaşmaktadır.

Ruhsal olarak normal çocuklarda denek güvenliği açısından sinir sistemi ve nörotransmitter görüntülenmesine yönelik sistemli araştırmalar yapılamamaktadır. Bu nedenle nörotransmitter gelişimi ile ilgili araştırmalarda öncelikle nörotransmitterlerin metabolitleri ve beyin omurilik sıvısında (BOS), kan ve idrarda ilgili enzimlerinin ölçümü yapılmıştır. Lösemi nedeniyle tedavi edilen çocuklarda BOS'da monoamin öncülleri ve metabolitlerinin çalışıldığı geniş bir araştırmada çocukluk ve ergenlik sürecinde homovalinik asit (HVA) ve 5-hidroksi indol asetik asit (5-HIAA) düzeylerinde belirgin düşüklük bulunmuştur. 2-5, 6-11 ve 12-17 yaşlarındaki olgularda HVA ortalama düzeyleri sırasıyla 92, 62 ve 44 ng/ml şeklinde bir düşüş içindeyken, 5-HIAA için düzeyler 30, 21 ve 17 ng/ml olarak bulunmuştur. BOS metabolit düzeyindeki değişiklikler, beyin metabolit düzeyindeki düşme ile paralellik göstermiştir. Bunun yanında toplam beyin monoamin düzeyleri (dopamin ve serotonin) artmıştır. İnsanlarda BOS metabolit çalışmaları yenidoğan dönemine kadar genişletilmiş ve bu dönemde daha da yüksek 5-HIAA, HVA, triptofan ve tirozin ölçümleri elde edilmiştir. 5-HIAA ve HVA'in yenidoğandaki ortalama değerleri 2-5 yaşları arasındaki değerlerden oldukça fazla olacak şekilde 143 ve 184 ng/ml.'dir. Metoksi hidroksi fenil glikol (MHPG)'ün yenidoğanlardaki düzeyi de 2-5 yaşları arasındaki değerlerden oldukça yüksek olacak şekilde 27 ng/ml olarak bulunmuştur. 5-HIAA ve HVA'den farklı olarak MHPG düzeyi 2-5 yaşları arasındaki dönemden sonra azalmamaktadır.

Erken gelişimsel düşüş gösteren diğer dopamin metaboliti 3, 4 dihidrofenilasetikasit (DOPAC)'dir. DOPAC erken ve hızlı bir düşüş gösterir. HVA görece daha yavaş bir şekilde azalmaktadır.

Prenatal dönemde kokaine maruz kalan yenidoğanlarda monoamin ve metabolitlerinin BOS düzeylerinin çalışıldığı araştırmalarda belirgin olarak daha düşük HVA düzeyleri bulunmuştur. İlk aylar ve yıllar arasında bu düşüşün sürüp sürmediğine bakılacak araştırmalara gereksinim vardır. Eğer kısa süreli bir düşüş ise akut farmakolojik bir etki olarak, uzun süreli bir düşüş ise dopamin inervasyonunda redüksiyonun sonucu olarak oluştuğu şeklinde yorumlanabilir.

Çocukluk çağı boyunca katekolaminler ve metabolitlerinin kan konsantrasyonları ve idrar atılım hızları düşüş göstermektedir. Bunun olası nedeni hem sentezdeki azalma hem de monoamin oksidaz (MAO) ve katekol -O-metil transferaz (COMT) gibi katabolik enzim etkinliğindeki artmadır. Yaş ile birlikte  serotonin kan düzeyinin düştüğü gözlenmekle birlikte, trombosit konsantrasyonu göz önüne alıdığında yenidoğan düzeyinde sabit kalmaktadır. Bu sonuç trombositlerde serotonin alım (uptake) ve depolanmasının erken çocukluk döneminde tümüyle geliştiği anlamına gelmektedir.

Dopamin reseptörlerinin inhibe edici ve uyarıcı özellikleri olup değişik zamanlarda gelişimlerini tamamlarlar. RNA 3-40 yaşlar arasında değişiklik göstermez ve 60 yaşından sonra azalmaya başlar. Olasılıkla yakın bellek kaybında etkisi vardır.

 

NÖROFİZYOLOJİK GELİŞİM

Bebeğin uyarıya tepkisi uyaran ve tepkiler yönünden geniş olarak çalışılmıştır. Sokolov bu tepkileri yönelim çabaları şeklinde yorumlamıştır. Yöneltici tepkiler organizmayı yeni uyaranlara hazırlayıp başetmesini sağlar. Sokolov'un ardından Lynn 5 tip yöneltici tepki grubu sıralamıştır; 1) organın duyarlılığını artırıcı yanıtlar, 2) uç organı uyarıya ayarlayan motor yanıtlar, 3) kas iskelet sisteminde hareket ve gelişimi sağlayan yanıtlar, 4) EEG değişikliklerini sağlayan yanıtlar ve 5) otonomik yanıtlar.

Sokolov'a göre bir de savunmaya yönelik yanıtlar vardır ve bunlar yönelime ilişkin yanıtlardan farklıdır. Savunmaya yönelik yanıtlar duyu organının duyarlılığını azaltır ve uyarıdan uzaklaştırır.  Savunma tepkileri niteliksel ve niceliksel olmak üzere iki şekilde ele alınmaktadır. Niceliksel tepkiler daha çok şiddetli uyarılara verilen yanıtlardır. Niteliksel tepkiler ise daha çok nöronal ve bilişsel olmayan tepkilerdir. Araştırmacılara göre yenidoğanın tepkileri bir süre savunmaya yönelik olarak sürer. Daha sonra yöneltici tepkilere dönüşür. Duyusal uyarıya verilen irkilme tepkisi ve buna eşlik eden kalp atışlarındaki artışın zamanla olgunlaştığı, değiştiği ve bu tepkilerin kalıplaştığını görebiliriz. Örneğin bir gürültüye bir günlük bebek ile dört günlük bebeğin verdiği  tepkiler farklıdır.

EEG gelişimi de bir sıra izler. Doğum sonrası çevresel etkileşim EEG gelişimini etkiler, bu dönemde uyku EEG'sinde ortaya çıkan değişiklikler bir düzenlemenin oluşmakta olduğunu gösterir. Spitz'in biyopsikososyal düzenlemenin ilk işareti olarak kabul ettiği ve ilk düzenleyici (organizatör) adını verdiği davranış yenidoğanda 1-3. aylar  arasında ortaya çıkan gülümseme davranışı olup bu dönemde EEG'de değişiklik başlar. Uyanıklıktan doğrudan REM'e atlayan EEG hızla değişerek birkaç ay içinde uyanıklık, birinci, ikinci dönem uykusu, nonREM ve REM'e geçmeye başlar. Uyanıklık EEG'sindeki değişiklikler özellikle 2, 6 ve 11. yaşlarda oluşur. Bu yaşlarda bilişsel işlevlerin önemli değişiklikler gösterdiği bilinmektedir. Uyku dikenleri belleğin belirginleşmeye başladığı, yabancı anksiyetesinin belirginleştiği 6-12. aylar arasında azalmaya başlar.

Prematür bebeklerde nonREM uykusunda düzenlenmemiş kortikal etkinliğin bir göstergesi olan keskin ve yavaş dalgalar şeklindeki EEG değişiklikleri ortaya çıkar. Bu düzensizlik matür çocuklarda da 4-5 haftalığa kadar sürmektedir. 3-4. haftalardaki aktif yanıtlarla EEG'deki uyku dikenleri ilişkili olup beyin maturasyonunun ilk belirtileridir.

Uyku örüntüsündeki değişiklik ve ilk organizatör olan gülümseme aynı zamanda Mahler'in ayrışma sürecinin başlaması ile eşleşir. Bebek anne yüzünü tanıyıp gülümsemeye başladığında kendi dışında olan  diğer nesneleri de algılamaya başlar. Özetle bu dönem santral sinir sisteminin gelişimi ile davranış gelişiminin yoğun olduğu ve aynı zamanda da ruhsal yapının oluşmaya başladığı dönemdir.

3-6 aylık dönemde; gerek uyku gerek uyanıklık EEG'si gelişimini sürdürür. Altıncı ayda K kompleksi görülmeye başlar. Bu bilgi-işlem sürecinin başladığını gösterir. Yine bu dönemde uykunun 2. ve 3. nonREM dönemleri ile uyku dikenleri belirginleşir. Ancak uykunun  dördüncü nonREM dönemi 12. aya kadar belirmemektedir. 6 aylıktan sonra uyku dikenlerinin ve K komplekslerinin değişimleri sürer, asıl değişim ise 3 yaştan sonra oluşmaya başlar.

Spitz'e göre ikinci organizatör yabancı anksiyetesidir. 6 ve 7. aylarda belirginleşir.  8-10. aylar arasında ayrışma anksiyetesi ile binişir. İkinci organizatör bebeğin anneyi anne olmayanlardan ayırt etmesi ile başlar. Bu dönemde duygusal gelişim, düşünce süreci oluşumu ve erken bilişsel gelişimin hızla oluştuğunu görmekteyiz.  7-16. aylar arasında ruhsal yapı oluşmaya, ayrışmaya başlar. Ben, ben olmayan, ego, id, süperego sınırları oluşmaya başlar. Bu dönemin sonuna doğru agresif ve libidinal dürtülerin birleşme süreci başlar. Bu dönemde EEG'de delta ve teta etkinliklerinde yavaşlama ortaya çıkar, 5-6 yaşlarında sona erer. Bu davranışlara da yansır. 8-9 aylıktan sonra EEG değişimi platoya ulaşır. Uyku dikenleri belirgin bir şekilde ayrışır. Uykunun % 20'sini REM oluşturmaya başlar. Uyanıklık EEG'sindeki alfa ritminde artma görülür. Üç yaşta ise alfa ritimlerinde baskın hemisfere göre dengelenme görülür. Yani sağ eli kullananlarda sağ hemisfer EEG'si daha düzenlidir. Bu lateralizasyon beş yaşa kadar sürer. Kromozom anomalilerinde (47XXX ve 47XXY gibi) EEG lateralizasyonu daha erken tamamlanmaktadır.

Üçüncü organizatör "hayır" sözcüğü ile başlar. Bu dönem 16. aya rastlar ki bu da kavram oluşumunun başladığının işaretidir. Hayır sözcüğü çocuğun ilk zihinsel etkinliğinin başladığının işaretidir. Bu dönemde dil gelişimi hızla sürer, gereksinim ve istek belirten sözcükler eklenir. Nesne sürekliliği ve değişmezliği bu dönemde oluşmaya başlar, 18 ve 24. aylarda daha iyi şekillenir.

Dördüncü organizatör rüyaların anlatılması ile belirlenir, 18-24. aylarda oluşmaya başlar. İntrapsişik dengenin, içrel bütünleşmenin sağlanmaya başladığının ilk işaretidir. EEG'de ise alfa ritimlerinin  geliştiği görülür. Rüya ile birlikte duygusal davranışlarda gelişme olur.

Gizillik döneminde  (5-8 yaşlar arası) EEG'de yeniden önemli gelişmeler olur. Bu zamana kadar düzenli giden değişimler düzensizlik gösterir. Uyku dikenleri ve K kompleks etkinliklerindeki düzenlilik belirgin biçimde bozulur. Bu da ruhsal yapı ile merkezi sinir sisteminin bütünleşmesi olarak yorumlanabilir. Bu bütünleşmenin EEG'deki düzensizlikler ile açıklandığını görmekteyiz. Düzenli aralıklarla kortikal etkinliklerin subkortikal etkinliklerden kaçması ise merkezi sinir sisteminin inhibitör etkiden kaçışı şeklindedir ve bu da duygusal odaklaşmadan bilişsel odaklaşmaya geçmeler şeklinde yorumlanabilir. Ergenlik döneminde EEG gelişiminde bir sıçrama olur, düzensizlikler zaman içinde biter ve alfa egemenliği görülür, 17 yaşında ise EEG yetişkin biçimine girer.

 

FİZİKSEL GELİŞİM

Beslenme, bakım ve korumanın gelişimi yakından etkilediği bilinmektedir. Bunun yanında mevsimlerin de etkisinden söz edilmektedir. Bütün çocuklarda olmasa da büyük çoğunluğunda altı- altıbuçuk yaşından sonra mevsimlerin boy artışında etkili olduğu; Nisan-Ekim ayları arasındaki dönemde boyun diğer dönemlerden daha fazla uzadığı gözlenmektedir. Mekanizması kesin olmamakla birlikte ışık ve ısının endokrin sistem üzerine etkisi ile oluştuğu genel olarak kabul edilmektedir. Bu alanda tiroid ve adrenal korteksin etkisi diğer endokrin nedenlere göre daha belirgindir. Tiroid hormonu düzeyindeki yükseklik büyümeyi artırırken, kortizol düzeyi yüksekliği büyümeyi baskılamaktadır. Büyüme hormonu ve insulin de mevsimsel değişikliklerden etkilenen diğer mediyatörlerdir.

Araştırmalar, bedensel hastalıkların gelişim üzerinde sanıldığı kadar önemli bir etkisinin olmadığını göstermektedir. Hastalık döneminde gelişimde ortaya çıkan duraklamaların açığı, iyileşmenin ardından hızla kapatılır. Aynı şekilde prematür bebeklerin normal ölçülere ulaşma hızları da yüksektir. Araştırmalar beklenen ağırlığın beşinci ayda, boy gelişiminin ise ilk altı ayda, en fazla da ilk bir yıl içinde yakalandığını göstermektedir. Ancak süregen hastalıkların gelişimi olumsuz yönde etkileyeceği de genel olarak kabul edilen bir görüştür. İlk iki yıl içinde gözlenen boy sıçraması, yetişkinlik döneminde ulaşılacak boy uzunluğunun en önemli belirleyicisidir. Bu dönemde ve daha sonra ergenlikte gözlenen sıçramada genetik etkenler önemlidir. Araştırmalar anne boyunun genetik etkinliğinin babadan daha fazla olduğunu savunmaktadır. Sıçramalar sırasında bütün bedenin orantılı bir biçimde büyümesi tipiktir. Ancak bu orantıda şekilden çok ölçü göz önüne alınmalıdır. Örneğin beslenme bozukluğunda sadece ekstremiteler ya da baş değil bütünüyle beden etkilenecektir.

Brazelton'a göre fiziksel gelişimde bebeğin etkileşimde olduğu çevre kadar, biyolojik ve genetik etkenlerin de önemi vardır. Bebeğin sergilediği davranışlar tüm bu etkenler yanında içinde bulunduğu durumu anlatan bir işlevdir. Sağlıklı, uyanık ve aktif bir bebeğin çevresel uyaranlara bağlı olmadan gerek içrel düzenleme, gerekse çevreyi algılama ve denetleme becerisi uyanık olmayan bebekten çok daha fazladır.

Gesell ise normal çocuğun gelişim dönemlerini daha çok pediyatristler için iyi bir rehber olarak hazırlamıştır. Bunu da; motor, dil, uyuma yönelik (adaptif) ve sosyal gelişim dönemleri şeklinde incelemiştir. Gesell motor ve uyuma yönelik davranış gelişimini çok somut anlamlarda ele almıştır. Örneğin, bir bebeğin uyuma yönelik davranış olarak 10 aylıkta iki küpü biraraya getirmesinin, 12 aylıkta bir kaptan bir şeyler boşaltmasının, iki yaşında küplerle kule kurması  ve daire çizebilmesinin gerektiğini belirtmiştir. Aynı şekilde yaşlara göre dil gelişiminde nelerin beklendiğini de bir çizelge üzerinde belirtmiştir.

 

BİLİŞSEL GELİŞİM

Jean Piaget’nin bilişsel gelişim kuramında gelişim süreci ile ilgili bazı kavramlara yer verilmiştir. Psikososyal gelişim bölümünde ayrıntılı olarak açıklanan epigenezis Piaget kuramının temel ilkelerinden biridir. Bu kavram ile gelişimin birbirini izleyen evreler şeklinde olduğu, bir evre başarılmadan diğerinin başlayamayacağı vurgulanmaktadır. Evreler belirli yaş aralıklarında tamamlanmakta ve beceriksizden kusursuza doğru bir seyir izlemektedir. Piaget'in kuramında uyum sağlama (adaptasyon) süreci diğer önemli bir kavramdır. Kişinin çevreye uyum yetisi assimilasyon ve akomodasyon olmak üzere iki süreç ile gerçekleşir. Assimilasyon, öznel (subjektif) bir süreç olup kişinin dış dünyayı kendi ön bilgilerine göre ayıklaması ve yeni deneyimleri kurulmuş olan zihinsel yapısı yardımıyla içeri alması şeklinde işler. Akomodasyon ise önceki bilgilerin çevrenin gerçekçi isteklerine göre değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bunu da bilişsel yapısını uyarlayarak ya da düzenleyerek yapar. Yani çocuk assimilasyon ve akomodasyon süreçleri ile gittikçe karmaşıklaşan, gelişen ve düzenlenmiş bir duyarlılık ve davranışlarla dış dünyaya uyum sağlar. İşte bu düzenleme yetisi de hem biyolojik hem psikolojik olup doğuştan gelir ve bütün canlılarda vardır. Kişiden kişiye değişiklikler göstermesine karşın işlevi aynıdır.

Piaget yetişkin düşüncesinin dört aşamada geliştiğini, her bir dönemin izleyen bir sonraki dönem için gerekli olduğunu vurgular. Çocuklar, doğuştan getirdiklerine ve çevresel koşullara bağlı olarak bu dönemleri değişik hızlarda geçebilirler.

Duyusal motor dönem (Doğum-2 yaş): Bu dönemde bebekler çevreyi duyu organları ile öğrenirler ve çevre üzerindeki manipulasyonları ile motor işlevlerinde kontrol kazanmaya başlarlar. Bu dönem de kendi içinde altı alt devre biçiminde incelenir. Doğum-2 ay: Dış dünya ile etkileşimini ve onun düzenlenmesini doğuştan getirdiği motor ve  duyusal refleksleri ile yapar. 2-5 aylar: Birincil sirküler tepki dönemidir. Kendi bedeninin etkinliklerini beş duyusu ile düzenler. Göremediği alanlardan uyaran beklemez, merak göstermeye başlar. 5-9 aylar: İkincil sirküler tepki dönemidir. Çevreden yeni uyaranlar arayışı içinde olup hem çevreyi değiştirmek, hem de kendi davranışının sonucunu merak ederek eylem başlatır. Amaçlı davranışlar başlar. 9 ay-1 yaş: Nesne sürekliliğinin gelişmesinin ön belirtileri görülür. Nesnenin kendi dışında da var olabileceği düşüncesi belirmeye başlar. Taklit başlar. 1-1.5 yaşlar: Tersiyer sirküler tepki dönemidir. Yeni deneyimler arar, kendine özgü ilgi çekici davranışlar yaratır. 1.5-2 yaşlar: Sembolik düşünce oluşur, olaylar ve nesnelerin sembolik tasarımlarını kullanır. Sebep-sonuç ilişkisini kurmaya başlar. Bir nesne yardımı ile diğerine ulaşmaya çalışır. Nesne sürekliliği kazanılmıştır.

Duyusal motor dönemdeki öğrenmeler gittikçe artan ve gelişen şemalarla olur. Nesne sürekliliğinin kazanılması artık bir sonraki döneme geçişe hazır oluşun işaretidir.

İşlem öncesi dönem (2-7 yaşlar arası): Bu dönemde çocuk dilini geliştirmiş ve sembol kullanımı gelişerek artmıştır. Sebep-sonuç ilişkisini mantığa dayandırmadan, görünür koşullara göre kurar, anlık düşünce işleyişi vardır. Kavrama basit ve sınırlıdır. Nesneleri adlandırır, fakat sınıflayamaz, olayları mantık yoluyla birleştiremez. Örneğin, elindeki bardak düşüp kırıldığında kendi sorumluluğunu göremez. Nesneyi işlevi açısından değerlendirir, yani bisiklet "binmek için" çukur "kazılmak için" dir. Bu dönemdeki çocuklar değer yargılarını, ahlak kurallarını kavrayamaz. "Birçok tabağı kaza ile düşürüp kıran mı yoksa bir tabağı kasıtlı kıran mı daha suçludur?" diye sorulduğunda "birçok tabağı kıran suçludur" yanıtı alınır.

Bu dönemdeki çocuklar yakınları tarafından bencil olarak tanımlanırlar. Nedeni ise görüş ve değerlendiriş açılarının çok sınırlı olmasıdır. Başkasının açısından göremezler ve davranışlarını başkaları için değiştiremezler. Bu dönemin diğer önemli özelliklerinden biri fenomenolojik nedenselliğin (örneğin, kötü düşünceler kazaya neden olur) ve animistik düşüncenin (örneğin, hareket eden her şey canlıdır) varlığıdır.

Somut işlem dönemi (7-11 yaşlar arası): Çocuk artık nicel olan, gerçek olan ve algılayabildiği şeylerle düşünür ve eyleme geçer. Ben merkezci düşüncenin yerini artık işlevsel düşünce almıştır. Yani çocuk kendi dışındaki şeylere de gittikçe genişleyen bir açı ile bakmaya başlar ve bir başkasının görüş açısından görmeye başlar. Kısıtlı da olsa mantıklı düşünce başlar. Bellirli özelliklerine göre artık gruplandırma yapabilir. İki özellik arasında nedensellik kurar ve sonuca varır (örneğin, bütün atlar memelidir, bütün memeliler sıcak kanlıdır. Öyleyse bütün atlar sıcak kanlıdır, gibi). Bu dönemdeki çocuklar artık kuralların nedenini kavrayabilirler ve uyarlar. Değer yargılarını anlar ve  kendi değer yargılarını geliştirmeye başlar. Bu dönemin diğer özellikleri ise; tersine çevrilebilirlik, dönüşümsellik ve korunum kavramlarının gelişmesidir.

Soyut işlem dönemi (11yaş- ergenliğin sonu): Bu dönemde genç; soyut düşünme, nedenselliği görme ve kavramları tanımlayabilme yeteneklerine kavuşur ve geliştirir. Düşünce soyut, sistemli ve mantıklı olmaya başlar. Semmbol kullanımı gelişerek artar. Dönemin diğer iki özelliği ise düşüncede birleştirme ve yer değiştirmelerin yapılabilmesidir. Ayrıca bu dönemdeki genç bir olayı açıklarken olasılıkları ve olası ilişkileri  eldeki verilere göre kurabilir. Dil kullanımı çok gelişmiş olup mantık kurallarını içerir ve dilbilgisi düzgünleşmiştir. Soyut düşüncenin gelişmesinin diğer kanıtları gencin bu dönemde felsefe, din, politika ve etikle ilgilenmesidir.

 

PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM

1915 yılında S. Freud tarafından geliştirilen günümüzde de sarsılmaz yerini koruyan klasik psikoseksüel gelişim kuramı onun libido kuramı üzerine kurulmuştur. Freud'a göre cinsel enerji değişik dönemlerde bedenin değişik  bölgelerine ya da organlarına yönelir. Bu nedenle dönemler bu organlara göre adlandırılmışlardır. Freud cinsel terimini, yalnız eşeysel organların birleşme-üretme amacına yönelik duygu ve eylemlerini içeren dar bir kavram olarak değil de haz veren herhangi bir nesne ya da uyarana organizmanın yönelişi anlamında kullanmıştır. Bu anlamda sevilen, haz veren, doyum sağlayan her nesnenin cinsel niteliği vardır. Örneğin çocuğun emerek karnını doyurduğu meme, hem çocuk hem de yetişkinler için haz kaynağıdır ve bu nedenle cinsel niteliği vardır. Freud çağına dek, çocuğun haz veren nesnelere yönelişi, bağlanışı cinsel bir olgu olarak görülmez ve cinsel davranışların ancak ergenlik çağında başladığı sanılırdı. Libido kuramına göre her dürtünün bir amacı, bir nesnesi, bir de kaynağı vardır. Dürtünün amacı boşalma ve doyumdur. Nesnesi boşalma ve doyum sağlayacak herhangi bir şeydir. Kaynağı ise cinsel haz bölgeleri (libidinal ya da erotojen zon) diye bilinen beden bölgeleridir (oral, anal, genital bölgeler).

Oral dönem: Libidinal enerjinin yoğunlaştığı bölge oral bölge olup 0-1 ya da 1.5 yaşları arasındaki dönemdir. Gerçekte de bebeklik döneminde ağız gerek gereksinimler, gerek doyumlar, gerekse de dış çevre ile ilişkilerde kullanılan organdır.

Anal dönem: Sfinkter denetimi ile koşut giden tuvalet eğitimi dönemi olup 1-3 yaşlar arasındadır. Tuvalet eğitiminin sembolize edildiği bu dönem gerçekte çocuğun ikili ilişkileri öğrendiği ve bedeni üzerindeki denetimi en yoğun yaşadığı evredir.

Fallik dönem: Ödipal kompleks ile çocuğun cinsel kimliğinin kazanıldığı 3-5 yaşları arasındaki dönemdir. Gerek kendi, gerekse karşı cinsiyetten bedenin merak edilip keşfedildiği, ayrıca çevredeki herşeye ilginin en yüksek düzeyde sergilendiği dönemdir.

Gizillik (latent) dönem: Libidinal enerjinin artık bedenden ve yakın çevredeki insanlardan biraz olsun uzaklaşıp dış çevreye aktarıldığı dönemdir. Dürtü denetiminin kazanıldığı bu dönemde çocuk çevreyi öğrenmeye başlar. 5-11 yaşlar arasındaki bu dönemde enerjinin okul, arkadaş ilişkileri, spor, müzik gibi etkinliklere odaklaştığı görülür.

Genital dönem: Ergenlik ve onun getirdiği yoğun fizyolojik değişikliklerle başlar. Ergen bedenini ve cinselliğini öğrenir. Aynı zamanda önceki dönemlerdeki ruhsal süreçler yeniden yaşanır. Bu süreçlerden en önemlisi ise anneden ayrılma ve bireyselleşme sürecidir. Bu sürecin yeniden yaşanıp sağlıklı tamamlanması ile kimlik kazanılması ve cinsel tercihin belirginleşmesi sağlanır.

Freud, her dönemin özelliklerini dürtülerin kaynağı, düzenlenişi, yönelişi, dışa-vuruluş, karşılaştıkları engeller ve çatışmalar bakımından tanımlamaya çalışmıştır. Psikoseksüel gelişim kuramına göre bir dönemin özelliklerini yetişkin çağda da belirgin biçimde taşımak o dönemde saplanmayı (fiksasyon) gösterir. Bir dönemde saplanma, o dönemde adlandırılan bir kişilik yapısını belirler (örn., oral kişilik, anal kişilik gibi). Freud, Oedipus karmaşasının çocuğun kişilik gelişiminin, nevrozların ve belirti oluşumunun çekirdeği olarak görmüştür. Oedipal durumdan kaynaklanan içe-atımlar, libidinal saplanmalar, nesne tutunmaları ve özdeşimler kişilik gelişiminde belirleyici rol oynarlar. Anne baba özelliklerinin ve yasaklarının içrelleştirildiği bu içe-atımlar, Oedipal karmaşanın çözümlenmesini ve anne baba ile ilişkilerdeki gerginliklerin ortadan kalkmasını sağladığı gibi, gelişmekte olan süperegonun da çekirdeğini oluşturur.

 

PSİKOSOSYAL GELİŞİM

  1. Erikson'un psikososyal gelişim kuramına göre insan yaşamı sekiz evreden oluşur. Birbirinden kesin sınırlarla ayrılmamakla birlikte her dönemin kendine özgü özellikleri, çatışmaları ve krizleri vardır. Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte tüm insan yaşamının kendine özgü bir seyri vardır. Gerçekte insan yaşamı belirli özelliklerin önde geldiği dönemlerle birbirinden ayrılır. İster tamamlansın ister tamamlanmasın herkes bu dönemleri yaşar. Epigenetik ilke burada da geçerlidir. Bu kavram ilk kez Erik Erikson tarafından tanımlanmıştır. Bu ilkeye göre sağlıklı gelişim ancak her dönemin tek tek sağlıklı bir biçimde tamamlanması ile olasıdır. Dönemlerden birinde bir aksama ve yetersizlik olduğunda sonraki dönemlerin de bundan etkileneceği ileri sürülmektedir. Bu da etkilenmenin derecesine göre değişik alanlarda bozukluğa neden olur. Üçüncü temel ilke her dönemin kendine özgü özellikleri, çatışmaları vardır. Değişik modeller biyolojik olgunluk, psikolojik yetiler, uyum özellikleri, savunma düzenekleri, rol beklentileri, sosyal davranışlar ve bilişsel yetiler üzerinde durarak tanımlamalar yapmaktadır.

Erikson'un psikanalitik düşünceye iki önemli katkısı içgüdü kuramında yaptığı değişiklikler ve ergenlik dönemi sonrasındaki gelişimi de içeren aşamalı  oluşum (epigenetik) kuramıdır. İçgüdü kuramına getirdiği yenilik, Freud'un psikoseksüel gelişim dönemindeki cinsel haz bölgelerini (zone), bu bölgelerin özgül organ işlev biçimleri (organ mode) ve egonun özgül işlev örüntüleriyle (modality) ilişkilendirmesidir. Erikson, ego gelişiminin aşamalarını içgüdüsel gelişimin aşamalarıyla ilişkilendirir. İşlev örüntüleri, organ işlev biçimlerinin toplumsal çevre ile etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Psikososyal gelişim kuramı toplumsal çevrenin etkilerini de göz önüne alarak psikoseksüel gelişim kuramını tamamlamaktadır. Bu kurama göre gelişim dönemleri aşağıda özetlenmiştir.

Bebeklik dönemi (Temel güven-güvensizlik): Bu dönemde sevgi ve yakınlık görme, bakım alma temel gereksinimdir. Bu René Spitz'in gözlemlerine dayanır. Spitz, anne yoksunluğunun çocukta her türlü gelişimi olumsuz yönde etkilediğini göstermiştir. Anaklitik depresyon kavramı ona aittir, 6-12 aylar arasında anne ya da temel bakımı veren kişiden ayrılma ile ortaya çıkan ilgisizlik, duygusal geri çekilme ve gelişmenin durmasını tanımlamaktadır. Bu dönemde çocuğun gereksinimleri, algıları ve kendini belirtme biçimleri ağız, dudaklar ve ağız bölgesindeki diğer organlar aracılığı ile olur. Oral bölge ruhsal düzenlemede önde gelen rolünü 18. aya dek sürdürür. Oral duyumlar arasında açlık, susuzluk, doyma, zevk veren dokunsal uyaranlar sayılabilir.

Psikanalitik kurama göre oral dönem olarak adlandırılan yaşamın ilk bir yılı boyunca bebekte temel güven duygusunun gelişmesi beklenir. Annesi yanında olmadığı anlarda bebek aşırı bunaltıya kapılır, annenin geçici yokluğuna katlanabilmesi için, onun geri döneceğine ve eskiden olduğu gibi kendisine bakım vermeyi sürdüreceğine güven duyması gerekir. Burada aynı zamanda bebeğin annesinin yokluğunda kötü bir şey olmayacağına güven duyması ve bu güvenin annesi tarafından paylaşıldığını hissetmesi de (yani kendini annenin sevgi ve güvenine değer bulması) söz konusudur. Yaşamın ilk yılı içindeki bebek, gereksinimden doğan gerginlik, doyumun gecikmesi ve doygunluğa ulaşması döngüsünü tekrar tekrar yaşayıp bu döngüye uyum sağladıkça, zaman da yaşamın bir boyutu olarak bebeğin dünyasına girmeye başlar. Anneyle ilişkiye olan güven böylece doyumun geleceğine güvenme biçimini alacak, bu da kendisine bir umut niteliği yükleyecektir. Beklemenin doyum getireceğine güven duyulmayan durumlardaysa güvensizlik duygusu gelişecektir. En istenen koşullarda bile, bebeğin annesinin varlığına ve gereksinimlerini karşılayacağına güveninin sarsıldığı anlar söz konusu olur. İşte bu evreden çıkarılan temel güç olan umut, güven ve güvensizlik arasındaki bu çatışmadan doğar. Umut, şimdi değilse bile gelecekte gereksinimlerin karşılanacağına, isteklerin yerine getirileceğine  ve doyumun sağlanacağına inanmaktır. Böylelikle, yaşanan anın getirdiği güvensizlik duygusuyla başetmek kolaylaşır, gelecekten iyi şeyler beklemek olanaklı olabilir. Erikson, özetle bu dönemden çıkarılan kimlik duygusunu "içimde yaşattığım ve başkalarına verdiğim umut neyse, ben oyum (I am what hope I have and give)" olarak belirtmiş, güven duygusunun daha sonraki yakın ilişkilerde karşılıklı benimseme (mutual recognition), güvensizliğin ise yakın ilişkilerden kaçınma ve içe kapanma şeklinde gösterdiğini vurgulamıştır.

Bu dönemde anne ya da bakıcı ile güven veren bir bağımlılığın olması temel güven duygusunun gelişmesini sağlar. Aşırı doyum ya da yoksunluk; aşırı iyimserlik, narsisizm, kötümserlik, isteyicilik gibi özelliklerin ortaya çıkmasına ve kişilikte belirgin olmasına yol açar. Benlik saygısını korumak için aşırı bağımlılık gösterebilirler. İmrenme ve kıskançlık sıklıkla oral eğilimlere eşlik eder.

Temel güven, annesinin şiddetli sağlık sorunları olan ya da birden fazla bakım verenin olduğu bakımevleri ve çocuk yetiştirme yurtlarında yaşayan bebeklerde bozulabilir. Böylece erken dönemde bu özel bağlanmanın olmaması daha sonra kendini empati eksikliği, yakın ve sıcak karşılıklı ilişkiler kurmada yetersizlik şeklinde gösterir.

Erken çocukluk dönemi (Özerklik-utanç ve kuşku): Bu dönemin önemli özelliği çocuk için bedende odak noktasının artık oral bölgeden anal bölgeye geçmesidir. Bu dönemin önemli özelliği anal ve uretral sfinkterlerin kontrolünün sağlanmasıdır. Sifinkter kontrolü ile çocuk kakasını istemli olarak tutma ve bırakma olanağına kavuşur. Bu dönem 1-3 yaşları arasını kapsar. Bu dönemde libidinal özellikler saldırgan dürtülerle yoğun bir biçimde karışır. Sifinkterlerin istemli olarak kontrol edilebilmesi için pasiflik ve aktiflik arasında hızlı değişimlerin yaşanmasına neden olur. Tuvalet eğitimi ile ciddi bir ambivalans yaşanır. Ayrılma, bireyselleşme ve bağımlılık alanlarındaki ambivalans da buna eşlik eder.

Anal erotizm anal işlevden alınan cinsel hazzı belirtir. Çocuk kakasını anneye verilen bir hediye gibi görebilir. Anal sadizm ise kakayı bırakmanın bir saldırganlık aracı, silah gibi kullanılmasıdır. Bu dönem temelde bağımsızlık ve anne baba denetiminden ayrılmanın önde geldiği bir dönemdir. Sifinkter kontrolunun sağlanması özerklik kazanmayı temsil eder. Özerklik, çocuğun hem içinde uyanan isteklerin hem de çevrenin isteklerinin koşulsuz uygulayıcısı olmaktan çıkmasını ve kendi denetimini kendi eline almasını anlatır. Çocuğun bağımsız iradeye sahip bir birey olarak kendini ortaya koymaya başlamasına, başkalarının önünde durduğunun ve onlarca değerlendirildiğinin bilincine varması eşlik eder. Bunun getirdiği utanma duygusu, yeni filizlenmeye başlayan birey olma bilincinin bedeli gibidir. Gerek tuvalet eğitimi, gerekse başka alanlarda kendi iradesini annesinin iradesinin önüne geçirme denemeleri yapan çocuk, özellikle kendi bireyselliğini algıladığı bu duyarlı anlarda yoğun utanç duygusunun altında kalır ya da bırakılırsa, özerklik denemlerinden kaçınmak zorunda kalacaktır. Tuvalet eğitimi açısından bu sifinkter (gerisi) üzerindeki denetimini annesine bırakması demektir. Bu da çocukta, birileri tarafından arkasından izleniyor denetleniyor ve yönlendiriliyor olma duygusunun, yani temel kuşkunun büyümesine neden olacaktır. Bu olumsuz duygulara karşın özerklik evresinde edinilen özdenetim yetisi özgür iradenin gelişmesi anlamına gelmektedir. Öyleyse bu dönemden çıkarılan kimlik duygusu "Özgür irademle isteyebildiğim neyse, ben oyum (I am what I can will freely)" olacaktır.

Bu dönemden kaynaklanan olumsuz kişilik özellikleri anal erotizm ve buna karşı koyma çabalarını temsil eder ve ondan kaynaklanır. Düzenlilik, inatçılık, bencillik, tutumluluk, cimrilik bu döneme ait kişilik özellikleridir. Anal özelliklere karşı savunmalar yeterli olmazsa ambivalans, düzensizlik, kirlilik, öfke, meydan okuma ve sadomazokistik eğilimler ortaya çıkar. Bu dönemin sağlıklı bir biçimde aşılması ile bireysel özerklik yani kendinden emin olma duygusu kazanılır. Suçluluk duymadan karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanılır. Ambivalans yaşanmaz.

Anal erotizmin üretral karşılığı üretral erotizmdir. Üretral retansiyon da aynı şekilde anal retansiyona karşılık gelir. Üretral işlev de sadistik bir nitelik kazanabilir. Baskın üretral eğilimler rekabet ve hırs biçiminde kendini gösterir. Üretral yeterlilik kişiye gurur ve bireysel yeterlilik duygusu kazandırır.

Oyun çocukluğu dönemi (Girişim - suçluluk duygusu): Bu dönem 3-5 yaşlar arasını kapsar. Bu dönemin temel özelliği genital bölgenin ilgi ve uyarılmada birincil odak noktası olmasıdır. Her iki cinsiyette de penis temel ilgi alanıdır. Masturbasyon, cinsel organları gösterme vb. konulara aşırı ilgi olur. Kızlardaki penis eksikliği kastrasyon kanıtı olarak görülür. Karşıt cinsiyetle cinsel eyleme girme ve masturbasyon fantazileri olur. Masturbasyon ve ödipal dürtüler kastrasyon anksiyetesini arttırır.

Bu dönemde ilgi genital işlev ve genital organlar üzerine yoğunlaşmıştır. Bu dönemde özdeşim yolu ile cinsel kimlik oluşumu pekişir. Mahçup olmadan ilgi duyma, suçluluk duygusuna kapılmadan girişimde bulunma, içrel dürtülerle ve dıştan kaynaklanan güçlüklerin üstesinden gelebilme bu dönemin özellikleridir.

Ödipal çatışmanın bu dönemin sonunda çözülmesi dürtüsel gereksinimlere karşı güçlü bir içrel kaynak yaratır. Beş yaşına doğru bir ruhsal yapı olarak süperego gelişir. Süperego, kişiye kimi isteklerinin yanlış olduğunu söyleyen ve yasak amaçlara ulaşmak yolundaki girişimlerin suçluluk doğurmasına neden olan bir iç örgütlenmedir. Bu hali ile girişimlerin yönlendiricisidir. Süperegonun oluşumu çocuğun fazla beklemeden erişkin rollerine çıkma özlemlerini dizginler. Bunun için daha yıllarca beklemesi gerektiğini farkeden çocuk, hiçbir biçimde körelmemiş düşgücünü bu kez daha gerçekçi biçimde kullanmaya ve büyüdüğünde nasıl biri olmak istediğini sezinlemeye yönelir. Sonuçta bu dönemden "Gelecekte kim olmayı düşleyebiliyorsam, ben oyum (I am what I can imagine I will be)" şeklinde bir kimlik duygusu çıkarılmaktadır. 

Okul dönemi (Çalışma ve yapıcılık - aşağılık duygusu): Ödipal çatışmanın çözülmesinin ardından cinsel dürtülerin eylemsiz gibi göründüğü dönemdir. Yaklaşık 5-6 yaşlarında başlar ve 11-13 yaşlarında sona erer. Süperego gelişiminin tamamlanması, ego işlevlerinin olgunlaşması, içgüdüsel dürtülere karşı güçlü bir denetim sağlanması bu dönemde olur. Bu dönemde çocukların ilgisi kendi cinsiyetlerine yöneliktir. Libidinal ve saldırganlık dürtülerinin sublimasyonu ile öğrenme ve çeşitli etkinliklere katılma önem kazanır. Cinsel ilgi uykuya dalmış gibi sessizdir. Bu dönem önemli becerilerin kazanıldığı bir dönemdir. Bu dönemde ödipal özdeşimler pekişir. Cinsel rol ve kimlik sabitleşir. Göreceli olarak cinsel ilginin azalması ego gelişimini destekler ve yeni beceriler kazanılır. Katı tutumlar, güçlü savunmalar (reaksiyon formasyon, özdeşim, deplasman) görülür. Anne ve baba yüceltilir.

Çocuk büyüdüğünde toplumun kendisinden bekleyeceği üretime dönük işleri nasıl yapacağını bu dönemde öğrenmeye başlar. Eskiden doğrudan doğruya avcılık, çiftçilik ya da sürü otlatma gibi yalın işleri öğrenirken, günümüzde büyüyünce bir meslek sahibi olmak için gerekli temel bilgileri öğrenmeye, sonuçta ekmeğini çıkarabilen erişkinler olmayı  öğrenmeye başlamaktadır. Bu uğurda gerekli bilgi ve beceriyi edinmeye uğraşan çocuk ürettiği işlerle ailesi, arkadaşları ve eğitimcilerinin gözünde kendine bir tanınma sağlayabildiği ölçüde giderek pekişen bir çalışma ve yapıcılık (industry) duygusu geliştirecektir. Dolayısıyla büyüdüğü zaman da üzerine aldığı işleri gerektiği biçimde yapabileceğine inanç duymaya, yani yeterlik gücünü kazanmaya başlayacaktır.  Bu evreden çıkarılan kimlik duygusu ise "İş yapma konusunda öğrenebildiğim neyse, ben oyum (I am what can I learn to make work)" olacaktır. Öte yandan yapmayı öğrendiği işlerle çevreden beklediği tanınmayı sağlayamayan çocuklarda iş kimliğinin gelişimi aksayacak ve aşağılık duygusu ön plana çıkacaktır.

Bu dönemin tehlikelerinden birisi içrel kontrolü sağlamada yetersiz kalma veya aşırı kontroldür. Kontrol yetisinin olmaması çocuğun enerjisini yüceltmesini güçleştirir. Bu şekilde beceri kazanma güçleşir. Aşırı kontrol ise kişilik gelişiminin erkenden bitmesi, aşırı obsesif özelliklerin ön plana çıkmasına neden olur. Sağlıklı gelişimine bağlı olarak çalışkanlık duygusu ve sorunların üstesinden gelme yetisi kazanılır.

Ergenlik dönemi (Kimlik - kimlik bocalaması): Cinsellik veya ergenlik dönemi buluğ ile (11-12 yaş) başlar ve bireyin genç bir erişkin olmasına dek sürer. Puberte, erken ergenlik döneminde ortaya çıkan cinsel organlarda büyüme, pubik ve koltuk altlarında kıllanma, göğüste büyüme, ilk adet, erkekte semen oluşumunu belirtir. Buluğ kızlarda 10.5-12.5 yaşları arasındadır. Tümüyle biyolojik kökenli olan bu değişikliklerin önemli psikolojik sonuçları vardır. Bu dönemde bilişsel gelişme tamamlanır.

Cinsiyet hormonları sisteminin fizyolojik olarak olgunlaşması ile her türlü dürtü, özellikle de libidinal dürtüler yoğunlaşır, benliği sıkıştırmaya başlar. Bu da doğal olarak kişilik organizasyonunda regresyona neden olur. Bu şekilde daha önceki çatışmalar alevlenir. Bunların çözümlenmesi ile de olgun cinsel ve erişkin kimlik oluşur.

Bu dönemde temel amaç anne-babadan ayrılarak bağımsızlığın kazanılması, karşı cinsiyetle ilişkilerin kurulabilmesidir. Erişkin rolü benimsenir. Sosyal beklentiler ve kültürel değerlere uyum sağlanır. Kendilik duygusu gelişir. Bu dönemin başarılı bir biçimde geçirilmemesi durumunda eski çatışma alanlarına özgü özellikler kişilikte önde gelen bir şekilde ortaya çıkar. Sağlıklı gelişim ile olgun bir kişilik, cinsel yeterlilik ve uyumlu kimlik duygusu gelişir. Yaratıcılık, sevme, anlamlı amaçlar ve değerler kazanılır.

Genç erişkinlik (Yakınlık - yalnız kalma): 20-40 yaşlar arasını kapsar. Bu dönemde fiziksel, üretkenlik açısından ve bilişsel olarak en üst düzeye ulaşılır. Bu dönemde sevme ve cinsel olarak doyum veren ilişki kurma yetisi gelişir. Gençlik döneminden çıkarılan kimlik duygusu yoğun bir sevgi ilişkisi içinde eritilerek gerçek bir yakınlığın yaşanmasına olanak verecektir. Böylece, iki sevgili, eş ya da yakın arkadaşın bu evreden çıkaracakları kimlik duygusu "Neye sevdalıysak biz oyuz (We are what we love)" olacaktır. Bunun yapılamadığı durumlarda yalnızlık, toplumdan uzaklaşma ve bunlara bağlı olarak yetersizlik duyguları yaşanır.

Erişkinlik (Üreticilik - duraganlık): Bu dönem 40-60 yaşlar arasıdır. Kişisel ve iş yaşamında üretkenliğin olduğu dönemdir. Birey aile oluşturma çaba ve girişimleri ile toplumsal yaşama katkıda bulunurken işindeki üretkenliği ile de ekonomik yaşama katkıda bulunmaktadır. Bunların yapılmadığı durumlarda ise duraganlığı ve pasif tüketiciliği görmekteyiz.

Olgunluk (Benlik bütünlüğü - umutsuzluk): 60 yaş sonrasıdır. Kişi, yaşam sürecinin olması gerektiği gibi gerçekleştiği ve amacına ulaştığını derinden duyumsadığında benlik bütünlüğü duygusunu geliştirmiş demektir. Sürdürdüğü yaşamdan temelde kendisinin sorumlu olduğunun bilincindedir ve bu bilinç pişmanlık duygusuna neden olmamaktadır. Yaşam çizgisini belirleyen önemli kararların ve yaşamındaki önemli insanların hiç birini değiştirme isteği yoktur. Kendi seçtiği yoldan yürümüş, bu yolu sevmiş ve anlamlı bulmuştur. Bu düşüncelere genel bir insan sevgisi, insanlık onuruna inanç ve kendi yaşamının anlamlı olduğu düşüncesi eşlik eder. Ancak yaşlılık döneminde ulaşılabilen böylesi bir bilgelik, bu evreye özgü temel gücü oluşturur. Yaşamın bu son evresinden kimlik duygusu da "Benden geriye ne kalacaksa, ben oyum (I am what survives of me)" şeklinde belirtilebilir.

Bu dönemde fiziksel ve bilişsel yetiler azalır. Doku esnekliği kaybolur. Postural değişiklikler olur. Görme ve işitme yetisi azalır. Yeni bilgileri öğrenme zorlaşır. Bu dönemde kişi ruhsal olarak kendi ile hesaplaşmalar yapar. Neler yapıp yapmadığını, topluma, ailesine olan katkılarını "günahlarını, sevaplarını" sorgular. Bu sorgulama ve hesaplaşmalar sonucu olumsuzlukların ağır basması ile umutsuzluk ve ölüm korkusu yaşanır.

 

DİL GELİŞİMİ

Erken dönemde dil kazanımı değişik yaklaşımlarla açıklanmaya çalışılmış ve bu alanlarda yapılan çalışmalar ışığında dil gelişimi ile ilgili bilgilerimizde 1950’lerden bu yana önemli değişiklikler olmuştur. Dil kazanımına ilişkin ortaya atılan başlıca kuramlar şunlardır:

Davranışcı kuram: Bu kuram dil kazanımında bebeğin konuşanları taklit etmesi ve erişkinlerin ödüllendirmelerle bebeğin çıkardığı sesleri desteklemeleri üzerinde durur.

Biyolojik kuram: Bu kuramda, doğuştan getirilen yetenekler ve dil öğrenimine bebeğin bir şekilde programlanmış olduğu açıklanır. Beyin gelişiminin önemi vurgulanırken, dilin öğrenilmesinde kritik dönemler bulunduğuna işaret edilir, genel bilişsel gelişim ve olgunlaşmanın dil kazanımındaki en önemli etken olduğu üzerinde durulur.

Sosyal etkileşim kuramı: Bu kuramda ise dilin öğrenildiği sosyal ve kültürel ortamdan etkilendiği belirtilir.

1970’li yılların ortalarından önce çocuklardaki dil gelişimi ile ilgili yaklaşımlarda “doğaya karşılık bakım (nature vs nurture)” şeklinde bir kutuplaşma dikkati çekmektedir. Skinner ve yandaşları davranışcı analitik yaklaşım ile dilin çevreden gelen uyaran ve deneyimlerle kazanıldığı üzerinde dururken; Chomsky ve onu destekleyenler dil kazanımının biyolojik ve nörolojik gelişime dayalı bir süreç ile gerçekleştiğini ve tek tip olduğunu, dilin öğrenildiği çevrenin özelliklerinden bağımsız olduğunu savunmuşlardır. 1970’li yılların başlarındaki bu kutuplaşma, etkileşime önem veren, bebek ve ona bakan kişi arasındaki sosyal ilişkiye odaklanan gözleme dayalı çalışmalarla yumuşamış ve gözleme dayalı araştırmalara ağırlık verilmeye başlanmıştır.

Dil gelişimi yönünden yaşamın ilk bir yılı prelinguistik dönem, okul öncesi yıllar ise temel dil yeteneklerinin kazanıldığı dönemler olarak tanımlanır. Prelinguistik dönem bebeğin ilk kelimeleri çıkarmadan önce ses ve mimikleri ile iletişim kurduğu dönem olup bu dönemin ilk kelime çıkışı ile bağlantılı olduğu düşünülür. Bebekler dil gelişimi için doğuştan donanımlı olup duymaya karşı son derece hassastırlar. Doğumdan sonraki birkaç gün içinde bombardıman şeklinde gelen tüm sesler arasından insan sesini hatta annelerinin sesini ayırt edebilirler.

Bebek doğumdan iki aylık döneme kadar olan zamanda öncelikle refleks ağlamalar, geğirme, öksürme ve esneme gibi vejetatif sesler üretir. Bebeğin ağlamasının onu duyan erişkin üzerinde etkisi olmasına karşın, bebek henüz erişkinlerin dikkatini çekmek amacıyla ağlamayı kullanmamaktadır. Bu dönemde ağlama daha çok açlık, soğuk ya da sıkıntı gibi içrel durumlara verilen içgüdüsel bir yanıttır. Bebek büyüdükçe baş boyun anatomisi değişmesi ile çıkarılan ses yelpazesi genişler ve konuşma sesine daha yakın rezonansta ses üretimi başlar. 2-5 aylar arasında bebek, konuşma ve iletişim düzeyinde önemli iki davranışı gösterir. Bunlardan biri öncelikle sosyal etkileşimde ortaya çıkan hoşnutluk belirten  konuşma benzeri seslerdir, “gıgıldama” ya da “hoşnutluk sesleri” olarak bilinir (cooing/ comfort sounds). Diğer önemli davranış ise gıgıldama ile eş zamanlı ortaya çıkan “gülümseme”dir. 4-8 aylardaki diğer dönem “ses oyunu (vocal play)” dönemi olarak belirtilir.  Agulama (babbling) dönemi olarak da bilinen bu dönemde bebek sesli ve sessiz harfler içeren tek heceler üretir. İlk yılın ikinci yarısından başlayarak “yineleyen  agulama (reduplicated babbling)” olarak tanımlanan sesli ve sessiz harfler içeren aynı hecenin yinelemesi  (örn. “bababa”, “mamama”) görülür ve burada b, p, t, d, m, n en sık kullanılan sessizler olarak bildirilmiştir. Yaklaşık 5 aylıkken sessiz harflerin kullanımı ve ses taklidi, 11. ayda ise kelimelerin taklit edilmesi başlar. Taklit etme davranışı bebeğin dil gelişimi ve sosyal becerileri kazanması için önemli bir belirleyicidir. Normal gelişim gösteren bebeklerin ilk anlamlı sözcük çıkarmayı öğrenmeden önce sesi taklit etme becerisine gereksinim duydukları belirtilmekte, sözel taklitin övgü ile karşılanmasının ve model olma davranışlarının  ise benzer sesler çıkartılmasını belirgin olarak artırdığı ileri sürülmektedir. Dilin gerçekten anlaşılması 8. ay dolaylarına rastlar. İlk yılın son çeyreğinde bebekler alışkın oldukları ortamda sürekli duydukları bazı sözcüklere yanıt vermeye başlarlar. Örneğin anne ‘haydi cee oynayalım’ dediğinde bebek ellerini çırpar. Bu erken anlamalar sözün gelişi ile ilgilidir (contextually bound). Dilin anlaşılması, kullanılmasına öncülük eder, bir başka deyişle çocuklar dili kullanmadan çok önce kelimeleri ve cümleleri anlarlar.

İlk yılın sonuna doğru çoğu bebek kelime kullanmaya başlar. Çocuğa özel olan bu kelimeler erişkinin kullandığına benzemez, ancak belirli durumlar için kullanılır. Bu dönemde bebeğin kendine özgü olan ve dört ya da daha fazla heceli, gerçek kelime içermeyen cümle benzeri sözler kullandığı görülür (Jargon dil). 10-20 aylık çocukların ses üretimleri ile ilgili bir çalışmada çok heceli gerçek kelime üretimine odaklaşılmıştır. Çok heceli kelimelerin çoğu, 18 aya dek tek heceler ve tek heceli kelimeler şeklinde çıkar. Bu sınırlılık yalnız tek heceli kelime kullanma eğilimi ile açıklanamayan gelişimsel bir sınırlılıktır. Bu dönemde çocuklar çok heceli kelimeleri de tek hece ile ifade ederler. İlk kelimeler 8-18 ay arasında ortalama 12. ayda çıkarken, ikinci yaş ile çocuğun kelime haznesi 200’e ulaşmaktadır. Öncelikle isimler, sonra fiil, sıfat ve zarfların kullanımı başlar ve tüm bebekler dil gelişim zincirinde fonoloji (ses), sentaks (yapı) ve semantik (anlam) halkalarına geçişte aynı sırayı izlerler. Bir başka deyişle çocuklar dili bir düzen içinde öğrenirler. Bu iç yapılanma Piaget’in duyusal motor şemaları ile ilgili olabilir. Bu bakış açısı ile deneyimlere ait erken şemalar sembolik dile öncelik ederken, dil gelişimi sembolik oyunlar, tasarım ve taklit ile içiçedir. Anlama ve anlatma sözel iletişimde birbirine bağlı özelliklerdir. Konuşulan dilin anlaşılması söylenen sözcüklerin semantik ve sentaks içeriklerinden anlam çıkarabilme becerisine karşılık gelir. Semantik düzey kelimeleri ve aralarındaki ilişkiyi anlama becerisini ifade eder. Semantik kategorilerin gelişimi çocuğun kelime gelişimi ve bilişsel gelişim düzeyi ile yakından ilişkilidir. Sentaksın anlaşılması ise kelimelerin dizilimi, yanyana gelişi ve bunların anlam farklılıklarının anlaşılabilmesidir. Küçük çocukların kelime birleştirmeleri ya da iki kelimeden oluşan cümleleri,  iletişimsel özellik taşımakla birlikte çoğunlukla  söz dizimi kurallarına uymaz. Çocuk sentaks kurallarını 2-3 yaşından itibaren kazanmaya başlar. 3-4,5 yaşlarında 3500-5000 kelimeyi anlar, konuşmasının %90’ı anlaşılır. 4,5 yaş üstü ise düzgün iletişim dönemi olarak adlandırılır. 

   Dil gelişimi en çok nörolojik ve bilişsel gelişimle yakından etkileşim içindedir. Lenneberg'e göre çocukta dil gelişiminin 6 tipik özelliği vardır: Dil gelişimi; bütün sosyokültürel toplumlarda geçerlidir,  başlangıcı yaşla ilişkilidir, her yerde sadece tek ve aynı biçimde oluşur, daha çok iç yapılanmayla ilişkilidir, bu yapılanma tarih boyunca henüz bir değişiklik göstermemiştir ve beynin belirli bölge zedelenmelerinde dil gelişimi aksayacaktır.

 

AHLAK GELİŞİMİ

Bireyin yaşadığı toplumun kültürel ve dini özelliklerine bağlı olarak ahlaki değerleri oluşturması ve geliştirmesi beklenir. İnsanı diğer canlılardan ayırdeden başlıca özellikleri düşünmesi, yargılaması, düşündüğünü dili ile belirtebilmesi, değişik duygular yaşaması, belirli ahlaki değerleri, kuralları olması ve ilişkilerini bu değer ya da kurallara göre yönlendirmesidir. Temel olarak ahlaki değerlerimiz içinde bulunduğumuz toplumun kültürel kurallarının yanısıra aile içi ilişki ve iletişimlerdeki ödüllendirmeler, yaptırımlar ve anne babamız ile özdeşimler ya da yaşıtlarla oynarken yüklenilen rollerle belirlenir. Ahlaki değerlerin oluşmasında yargılama yetisinin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Yargılama (muhakeme) kapasitesi ise şu değişkenlere bağlı olarak oluşur; zeka, olabilecek sonucu tahmin etme, dürtüleri ve fantazilerini denetleyebilme (özellikle agressif fantaziler) ile dikkatini sürdürebilme, başkası ile empati yapabilme, benlik saygısı ve özgüven.

Piaget'in bilişsel gelişim dönemleri ile doğrudan ilişkili olarak Kohlberg yargılama işlemini ve ona bağlı ahlak ile ilgili değerlerin altı evreden oluştuğunu belirtir. Bunlar Kohlberg'e göre üç ana grup ve altı alt grup içinde işlenmiştir. Dönem I: Ahlaki değerler öncesi dönem; kendi içinde ikiye ayrılır;  a) anne babanın cezalarına göre davranışlarını ayarlar, b) ödüllendirilmek için olumlu davranır. Dönem II: Beklenen iyi olumlu rolü üstlenmek için; a) başkalarının onayını almak için iyi davranır, b) otoriteyi sağlamak için iyi davranır. Dönem III: Kendi ahlaki değerlerinin, kurallarının oluştuğu dönemdir; a) kişisel hakların, toplumsal davranışların kabullenildiği ve b) bireysel değerlerin oluştuğu dönemdir. Bu dönemlerin yetişkinliğe kadar gelişmesi beklenir.

 

DİĞER GELİŞİM KURAMCILARI

Gelişimin özellikle bebeklik ve çocukluk dönemlerinde  Anna Freud, Margaret Mahler ve Melanie Klein'ın katkıları çok büyüktür.

Anna Freud, babası S. Freud'un da etkisinde kalarak çocuğun ruhsal gelişiminde dürtü gelişiminden ve ona bağlı libidinal dönemlerden söz ederken, egonun ve onun savunma düzeneklerinin gelişim dönemlerine ve ahlaki gelişime olan katkılarını vurgulamıştır. Anna Freud'a göre gelişim çizgilerinin prototipini bağımlılıktan duygusal bağımsızlığa ve yetişkin nesne ilişkilerine geçiş oluşturur. Ona göre;

  • Anne ve bebek oral dönemde biyolojik bir birim oluşturur. Bu birimde annenin narsisizmi çocuğa aktarılmıştır, çocuğun narsisistik dünyasında da annesi vardır.
  • Nesne sürekliliğinin kazanılması ve bunun yanında olumlu iç imgelerin oluşmasıyla biyolojik ve psikolojik bütünlük çözülmeye başlar.
  • Preodipal dönemin ambivalan ilişki tarzı kendini en çok oral dönemde gösterir. Yine bu dönemde egonun denetleyici, baskıcı tutumları da sergilenir.
  • Fallik-ödipal dönemde ise ilişki nesne merkezli olup sahiplenici, koruyucu, meraklı, sergileyici özellikler gösterir.
  • Latent dönem dürtüsel enerjinin azaldığı ve denetlenebildiği, libidonun anne babadan dış nesnelere aktarıldığı dönemdir.
  • Preadölesan dönemde ambivalan, kısmi-nesneli ve biyolojik gereksinimlere yönelik tutum ve davranışlar yeniden ortaya çıkar.
  • Ergenlik dönemi ise pregenital uğraşlara karşı yoğun çabaların olduğu libidinal yatırımın aile dışında ve karşı cinsiyete yapıldığı, genital belirginleşmenin olduğu dönemdir.
  1. Freud bağımsızlığın kazanılmasının biyolojik ve fiziksel bağımsızlığın kazanılması ile birlikte olduğunu vurgularken, 1- emmeden yemeye geçiş, 2- bezden tuvalet alışkanlığına geçiş yapılırken önemli ruhsal gelişimlerin olduğunu belirtir. A. Freud'un belirttiği diğer geçişler ise 3- benmerkezcilikten paylaşmaya ve arkadaşlığa, 4- bedenden oyuncağa, oyuncaktan işe geçiştir. Yazara göre bu geçişlerin zamanında ve sağlıklı olmaları ruhsal yapılarının sağlıklı olması ile ilişkilidir.

   Melanie Klein da Freud'un bir izleyicisi olarak içrel süreçlerin kişilik gelişiminde temel belirleyiciler olduğunu belirtmiş, özellikle bebeklik ve erken çocukluk dönemlerinde anne-bebek ilişkisini analitik açıdan açıklamıştır. Klein'ın çıkış noktası Freud'un içgüdü kuramı ve özellikle de ölüm içgüdüsüdür. Ölüm içgüdüsü tarafından güdülenen çocuğun, dayanılmaz ve yıkıcı oral dürtülerden  kurtulma çabası içinde bunları dış dünyaya yansıttığını ileri sürmüş, bu yansıtılan dürtülerin ilk alıcısının anne memesi olduğunu ileri sürmüştür. Meme hem gereksinim doyurucu (iyi meme), hem de yoksun bırakıcı (kötü meme) özelliktedir. İlk üç ayda bebek anneyi bir bütün olarak değil de parçalar biçiminde algılar, buna koşut olarak duygusal yapısı da henüz belirlenmemiştir. Anneyi fiziksel olarak bütünleştirdiği dönemde ise henüz duygusal bütünleştirmeyi yapamaz. O iyi ya da kötüdür, yine bu dönemde çocuk kendini dünyanın merkezinde (omnipotant) hisseder. Bunu anneden ayrışmaya ve kendinden de başkalarını ayırmaya başladığı dönem izler. İşte bu ayrımın tam olmadığı dönemde oral gereksinimlerin erken engellenmesi ile kötü meme, kötülük yapan (persekütör) bir nesneye dönüşmekte ve Klein'ın kuramındaki en erken gelişimsel aşama olan "paranoid-şizoid durum" ortaya çıkmaktadır.

Kötü meme doyuma engel olarak, bebeğin ilkel oral kıskançlığını harekete geçirir. Bu kıskançlık ve bundan kaynaklanan sadist istekler, annenin memelerine ve bedenine girme ve tahrip etme isteklerine dönüşür. Oğlanlarda bu ilkel yıkıcı dürtülerin yansıtılması sonucunda oluşan misilleme korkuları, iğdiş edilme (kastrasyon) anksiyetesine; kızlarda ise ilkel kıskançlık oral dönemde annenin memesini kıskanmaya, genital dönemde ise penis kıskançlığına dönüşür. Klein'a göre bebek memeden kesilme evresinde  anneyi iyi ve kötü nitelikleri olan tüm bir nesne olarak tanıma yeteneğini kazanmaktadır. Artık çocuk-anne arasındaki ayrışma fiziksel ve duygusal olarak tamamlanmıştır. İyi ve kötüyü, sevgi ve nefreti ayrı ve bütün olarak algıladığı annesi için hisseder. Geçmişte birer bölüm-nesne oluşturan iyi ve kötü niteliklerin tek bir nesnede biraraya getirilmesi bir ikilem doğurur. Kötü nesneye yönelen yıkıcılık, aynı zamanda iyi ve gereksinilen nesneye de zarar verecektir. Bu ikilem çocuğun saldırgan dürtülerini nesneye yönlendirmesine engel olur. Bunun yerine çocuğun bu dürtüleri kendine yönlendirmesi "depresif anksiyete durumuna"  neden olur. Nesneye yönelik yıkıcı isteklere eşlik eden suçluluk duygusu vicdanın öncülüdür.

Klein, anal dönemi de pasif ve aktif başkaldırı dönemi olarak incelemiş ve bu dönemlerdeki "durumların" sağlıklı ya da sağlıksız başedilmesine göre sonraki kişilik özelliklerinin oluştuğunu belirtmiştir.

Margaret Mahler, kuramını "sağlıklı bebek" kliniklerindeki gözlemleri ve "infantil psikoz" ile ilgili çalışmaları sonucu geliştirmiştir. Mahler, bebeğin psikolojik doğumu kavramını getirmiştir. Mahler'e göre psikolojik doğum fizyolojik doğumla eşzamanlı olmayıp intrapsişik süreçlerle belirlenir ve genel olarak 4.5 aydan 30-36. aya kadar olan dönemi kapsar. Bu oluşumlardan en önemlisi, yazara göre "ayrılma-bireyselleşme" sürecidir. Bebeğin annesinden fiziksel ve duygusal ayrılığının farkına varması ayrılma, fiziksel duygusal özellikleriyle ayrı bir birey olduğunun farkına varması da bireyselleşme anlamına gelmektedir. Yazar bu süreci dört dönem içinde incelemektedir. Bunlar; ayrışma, deneme, yeniden yönelme ve nesne sürekliliğinin, aynılığının kazanıldığı dönemlerdir.

Ayrışma döneminden önce ilk dört ay içinde bebek annesi ile önce otistik, daha sonra da sembiyotik ilişki içindedir. Sembiyotik dönemin sonlarına doğru bebek anneden fiziksel olarak ayrılmaya başlar. Motor gelişimi de artık buna izin verir. Annenin kucağında değildir, ancak ona çok yakındır. Bu dönem 4-6 aylar arasındaki dönemi kapsar.

7-10 ile 15-16. aylar arasındaki ikinci dönemde, deneme dönemi yaşanır. Bebek artık emeklemeden tutunmaya ve sonrada yürümeye başlamıştır, yani motor gelişimi de artık onun anneden uzaklara gitmeyi denemesine elverişlidir. Bu dönemin kendi içinde iki alt dönemi olup; ilki, erken deneme dönemi, ikincisi ise uygun deneme dönemidir. Bu dönemde ayağa kalkan çocuğun görüş seviyesi yükselmiş ve açısı genişlemiştir. Bu da onun çevresini keşfetmesine, heyecanlı ve coşkulu olmasına yol açar. Libidinal yatırımları bağımsızlaşmakta olan egosuna ve onun işlevlerine yönelir.

15-16. aylardan 22-24. aylara kadar olan dönem ise çocuğun bağımsız işlevselliğinin kazanıldığı dönemdir. Ancak ayrılmakta olduğu annesinin yokluğunda kaygı yaşamaya başlar. Kaygının önemli nedenlerinden birisi gelişmekte olan bilişsel yapısıdır, öyleki çocuk herşeyle başedemeyeceğini, annenin becerisine gereksinimi olduğunu farkeder. Ondan uzaklaşıp da birşeyleri yapamayacağını ya da zorluklarla başedemeyeceğini farkettiği anlarda kaygılanmaya ve anneyi aramaya başlar. İşte bu dönem yeniden yönelme (raproachment) dönemidir. Bu dönem aynı zamanda çocuğun içrelleştirme düzeneklerinin yardımıyla annesinden ayrı bireyselliğinin oluştuğu dönemdir. Çünkü çocuk ne kadar istese de annesi ile uyumunun eskisi kadar mükemmel olmadığını anlar. Dil gelişimi de artık onun kendi gereksinimlerini belirtmesine yardımcı olmaya başlamıştır. O zaman annesi ile hayalinde sürdürmekte olduğu birliktelikten vazgeçmeye başlar.

Bilişsel olarakta nesne sürekliliğini oluşturan çocuk artık 22-24 ile 30-36. aylar arasında bireyselleşmesini tamamlamıştır.

Her ne kadar gelişim bir bütünse de şimdiye kadar anlatılan gelişim kuramları ile sanki bir bütünlük vurgulanmamış görülebilir. Burada belirtelim ki biyolojik, nörolojik, psikoseksüel, psikososyal ve bilişsel gelişim bir arada birbirini yakından etkileyerek oluşmaktadır. Birindeki bir aksaklık hem kendi içindeki gelişimi hem de diğerinin akışını süre ve şiddet yönünden etkileyecektir. Örneğin nörolojik bir zedelenme bilişsel, dil ve motor gelişimi yakından etkileyecektir. Bunun sonucu psikososyal ve psikoseksüel gelişimde de aksamalar kaçınılmaz olacaktır.

  

KAYNAKLAR

Bee H (1992): The Development of Language. "The Developing Child"de, Harper Collins College Publishers. Sixth edition.  S: 295-336.

Behrman RE, Vaugan VC (1987): Developmental pediatrics 2. Bölüm "Nelson Textbook of Pediatrics"de. 13. baskı. WB Saunders Company USA. S: 6-35.

Brazelton TB (1980): Infants and Mothers (Differences in Development) 2.Baskı. A Delta Book Dell Publishing Co. Inc. New York, USA.

Cimilli C (1997): Kişilik ve psikopatoloji kuramı. "Psikiyatri Temel Kitabı" içinde. (Editörler; Güleç C, Köroğlu E), Hekimler Yayın Birliği, Ankara. S: 149-188.

Dereboy İF (1993): Kimlik Bocalaması: Anlamak, Tanımak, Ele Almak. Özmert Ofset, Malatya. S: 75-103.

Edgcumbe RM (1981): Toward a Developmental Line for the acquisition of language. "The Psychoanalytic Study of the Child"de. (Eds. Solnit AJ, Eissler RS, Freud A, Kris M, Neubauer PB). New Haven Yale University Press USA. S: 71-103.

Egan JH (1987): The life cycle. "Behavioral Scinence"de. (Ed. Wiener JM). John Wiley and Sons, USA. S: 104-116.

Freud A (1965): Normality and Pathology in Childhood (Assesments of Development) International Universities Press Inc. New York.

Graham P (1991): Child Psychiatry. A Develepmental Aproach. 2nd ed., Oxford University Press. Oxford, New York. S: 73-103.

Greenspan SI, Pollock GH (1980): The Course of Life Infancy and Early Childhood. NIMH Washington DC.

Hall E, Lamb ME, Perlmutter M (1986): Child Psychology Today. 2nd ed. Random House New York.

Kaplan HI, Sadock BJ (1988): Synopsis of Psychiatry. Bahavioral Sciences Clinical Psychiatry. 5. Baskı, 1988 Williams and Wilkins, Baltimore MD, USA

Lewis M (1982): Early infancy- the first year. "Clinical Aspects of  Child Development"de. 2nd ed, Lea &; Febiger, Philadelphia-USA. S: 133-171.

Lewis M (1982): Language development. "Clinical Aspects of  Child Development"de. 2nd ed. Lea &; Febiger, Philadelphia, USA. 1982. 51-61.

Lewis M (1991): Child and Adolescent Psychiatry. Williams and Wilkins, Baltimore MD, USA

Matealf AW (1998): Child and adolescent development. "Review of General Psychiatry"de. (Ed. Goldman HH), 2nd Edition, USA. S: 48-69.

Mitchell PR, Kent RD (1990): Phonetik variation in multisyllable babbling. J Child Lang 17: 247- 265.

Neubauer PB (1976): Process of Child Development. Jason Aronson Inc. New York.

Noshpitz JD (1979): Basic Handbook of Child Psychiatry. 1. Cilt. Basic Books Inc. USA

Osofsky JO, Connors K (1976): An integrative view of a complex system. "Mother-infant Interaction"da. (Eds. Kennel HJ, Voos DK, Klaus MH). S: 519-548.

Öztürk MO (1997): Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. 7. Basım. Hekimler Yayın Birliği, Ankara.

Paul R, Baker L, Cantwell DP (1991): Development of communication. "Child and Adolescent Psychiatry"de, (Ed. Lewis M) Williams  Twenty-two points, plus triple-word-score, plus fifty points for using all my letters.  Game's over.  I'm outta here.&; Wilkins USA. S:191-202.

Şener Ş, Karacan E (1999): Anne-bebek-çocuk etkileşiminde olumlu ve olumsuz özellikler."Ben Hasta Değilim; Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü"nde. (Ed. Ekşi A), Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul. S: 35-44.

Şener Ş, Özdemir YD, Şahin MV (1995): Tepkisel Bağlanma Bozukluğu: Bir olgu sunumu. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 2(1): 28-34.

Vaugan VC, Litt IF  (1990): Child and Adolescent Development . WB Saunders Company USA.

Zeanah CH, Anders TF, Sheifer R ve ark. (1989): Implications of research on infant development for psychodynamic theory and practice. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 28: 657- 668.

Zeanah CH, Boris NW, Larrieu JA (1997): Infant development and developmenteal risk: A review of the past 10 years. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 36: 2 : 165-178.

Yorumlar

Yorum Bırakın