HEYECAN

 

 

Hüznün, sevincin, heyecanın, duyguların olmadığı bir dünya düşünelim. Çökmeye mahkum bir toplum bulmaz mıyız karşımızda? Korkunun, sanatın, aşkın olmadığı bir dünya olmaz mı bu?

Böyle düşünüldüğünde coşkuların, umutların, sevinçlerin, heyecanların ne denli kıymetli olduğunu anlıyor insan. Heyecanlar, bizlere rüyalarda bile eşlik ederken onlarsız bir hayat düşünmek kabil mi?

 Heyecan; duygularda ve ruhi yapılarda meydana gelen coşkunluk [1]olarak ifade edilir. Karmaşık ve çok yönlü bir süreç olduğundan heyecanın tanımını yapmak zordur aslında...    

Sartre ‘’Heyecan, dünyayi büyüyle dönüstürmektir’’ der ‘’Heyecan, kullanilabilir dünyanin ansizin gözden kaybolmasi, büyünün onun yerini almasidir.'’[2]

Heyecanlar şuurlu veya şuursuz baskıların etkisi altında ani bir boşalma olarak ortaya çıkmakta ve karakter özellikleri gibi belirli bir gayeleri bulunmaktadır. Onları belli bir süre içinde ortaya çıkan ruhi olaylar olarak niteleyebiliriz.[3]

Olumlu ya da olumsuz olsun çok yeğin olarak duyulan ve organizmada gerginlik yaratan duygulardır heyecanlar. Bir bakıma çok yeğin, kısa süreli duygulardır. Tıpkı güdüler gibi heyecanlar da, davranışların önemli nedenleri arasındadır. Ancak güdülerin tersine heyecan hallerinde uyarıcı, dış çevreden gelir. Bazen öyle beklenmedik bir durumla karşılaşırız ki, (kuvvetli bir ses, tehlikeli bir durum, çok kötü ya da çok iyi bir haber gibi) organizmada hem beden, hem de zihin eylemleri genel bir karışıklığa uğrar. Korkarız etkileniriz ya da seviniriz. Organizmada gerilim artar. Bedenin hem çizgili hem de düz kaslarından büzülmeler meydana gelir. İnsan güdülenme durumunda olduğu gibi, ileri derecede uyarılmış olur. Bazı tipik tepkiler belirir. Örneğin gözler açılır, kaslar gerilir, kalp çarpıntısı artar. Buna irkilme tepkisi (Startle Response) denir. Bu tepki aşırı sevinç, öfke ya da korku hallerinde belirir. [4]

Heyecanları incelemek istediğimizde şu 3 düzeyden bahsedilebilir:

1-Öznel Yaşantı(deneyim/subjective experience): İnsanın bir duygu ya da heyecanı doğrudan yaşaması ve başka biri tarafından bilinmesinin olanaksızlığı.

2-Duygusal davranış (affective/emotional behavior): Kişinin davranışlarıyla başkalarının içinde bulunduğu hali, taşıdığı duyguları anlaması.

3-Fizyolojik olaylar(internal physiological events):İçinde bulunduğumuz heyecansal yaşantıya göre kanın kimyasal özelliklerinde, kalp atış hızında, nefes alış veriş oranında değişik salgı bezlerinin ürettiği salgıların miktarındaki önemli değişiklikler.

Bu üç düzey normal koşullar altında birbirleriyle paralel bir gelişim gösterir.[5]Yıllarca görmediğimiz ve görmek istediğimiz birini gördüğümüzde yüz ifademiz ve diğer davranışlarımız duygularımızı ifade eder. Kalp atışımız, adrenalimiz değişir.

Heyecanların sınıflandırılması konusunda psikologların heyecan ve duyguları tasnif için çaba gösterdiklerini ancak bir mutabakata varamadıklarını, dolayısıyla heyecanların sınıflandırılmasından vazgeçerek ‘’temel heyecanlar’’ konusu ile ilgilenmeye başladıklarını söyleyebiliriz.

*Plutchik ve 8 temel heyecan: Bunlar korku, kızgınlık, neşe, hüzün, yakınlık, nefret, umut ve hayretdir. Plutchik’e göre diğer heyecan ve duygular bu 8 temel heyecandan doğar.

*Hoş olan heyecanlar/hoş olmayan heyecanlar: Kimi psikologlar da olumlu heyecanlara hoş, olumsuz olanlara hoş olmayan heyecanlar demişlerdir.

*Kuvvetli heyecanlar / Zayıf heyecanlar

Anlaşılacağı üzere psikologların mutabakata vardığı bir düzenleme henüz yoktur.

Mantık ve Heyecan ilişkisine değinmek gerekirse; hepimizin günlük hayatta birçok aşamada karşılaştığımızı belirtmek gerekir. Mantığımız farklı şeyler söyler, heyecanlarımız farklı işler yapmamızı ister. Düşünceler duyguları, duygular da düşünceyi devamlı etkilerler.

Young’ın ‘’içinde bulunulan ortamın algılanılmasıyla ortaya çıkan, iç organları harekete geçiren, bedende, davranışta ve bilinçte kendini belirten duygusal süreç’’ olarak nitelediği heyecan ‘’tehdit edici olay ya da durum’’ gibi bir dış uyarıcıyla başlar.

Heyecanların gelişiminde işin içine giren süreçler zincirini sunmak gerekirse

HEYECANLARIN FİZYOLOJİSİ

 

Heyecanların temel fizyolojik değişmelerinin temelinde otonom sinir sistemi vardır. Sinir sistemi sempatik/irade dışı hareketleri idare eden sinirler[7](sympathetic) ve parasempatik(parasympathetic) olmak üzere 2’ye ayrılır. Sempatik sistem oraganizma acil hallerle ortaya çıkmaya çalışırken onu durumla mücadele etmeye hazırlar. Sempatik sistemin etkisi altında organizmada olan değişikliklerden bahsetmek gerekirse:

-galvanik deri tepkileri oluşur

-kan basıncı, kalp artışı artar

-solunum değişiklikleri olur

-düz kaslarda değişiklikler olur

-tükrük salgılamasında değişiklikler görülür

-kandaki şeker miktarı artar ve böylece yararlanma olursa kan daha çabuk pıhtılaşır

-kan sindirim organlarından beyine ve çizgili kaslara yöneltilir

-deri üzerindeki kıllar diken diken olur

-deri ısısı değişir

-beden sıvılarının terkibinde değişiklikler olur

Sempatik ve parasempatik sistemin bize katkıları mühimdir. [8]

 

HEYECAN KURAMLARI

Heyecan tartışmalarında birçok soru gelir gündeme, heyecanlarımız fiziksel yansımalarda nasıl farklılıklar gösterirler?

Bir heyecanın ortak yansıma şekli bütün insanlarca benimsenir mi?

Heyecanları ifade edişimizdeki farklılıkların kaynağı ne?

Heyecanların altında yatan şeyler nelerdir? gibi birçok benzer soruyla karşılaşmak mümkündür. Heyecan teorileri de bu gibi soruları yanıtlamak amacıyla yola çıkmış bilimadamlarınca ortaya atılmışlardır..

 

James-Lange Kuramı

William James ve Carl Lange’in aynı dönemde aynı kuramları ortaya atması nedeniyle kurama James-Lange kuramı denilmektedir. Kuramın savunduğu şey şudur: Bedenimiz çevrenin belirli özelliklerine tepkide bulunur ve bedenimizin bu tepkisinin farkına vardığımız zaman heyecan duyarız. Yani bu kuram önce fizyolojik değişikliklerin daha sonra heyecan yaşantısının oluştuğunu söyler. Örneğin bir araba kazası ya da başka tehlikeli bir durum yaşadığımız sırada korku duymayız fakat tehlikeyi atlattıktan sonra soğuk terler dökmeye başlar ve gerçekten titreyen elimize, sararan yüzümüze bakarak korktuğumuzu anlarız.

Laboratuarlarda yapılan deneyler James-Lange kuramını desteklemez. Heyecanları James-Lnge kuramının dediği gibi bedensel fizyolojik tepkiler belirliyorsa, her ayrı heyecan için farklı bir dizi fizyolojik süreç bulmamız gerekir. Heyecanların büyük bir kısmı aynı temel fizyolojik süreçleri paylaşır ve sırf fizyolojik süreçlere bakarak bir kişinin hangi heyecan yaşantısı içinde bulunduğunu söylemek olanaksızdır. (Mandler 1962) Bu zorluğa ek olarak, şu gözlem de James-Lange kuramına ters düşer: Bir insan aynı heyecan yaşantısını farklı zamanlarda birbirinden farklı fizyolojik oluşumlar içinde yaşayabilir. Birkeresinde korktuğunuzda tereyebilirsiniz ama başka bir zaman korktuğunuzda ise hiç terlemez ancak ayakta duramayacak kadar paniğe kapılırsınız.

James Lange kuramının açıklayamadığı bir diğer gözlem de, aynı heyecan duygusu için bireyler arasında birbirinden farklı fizyolojik süreçlerin yer almasıdır. Örenğin siz korktuğunuzda terlersiniz ama arkadaşınız terlemez titrer. [9]

Cannon-Bard Kuramı

Bu kuram da James-Lange kuramının eksiklerini gidermeyi amaçlamış bir kuramdır. Bu kuramın merkezini hipotalamusun fonksiyonları oluşturur. Heyecan verici olay hipotalamusu etkiler ve hipotalamus fizyolojik değşiklikleri ortaya çıkararak sinir sistemini uyarır ve beyin kabuğuna sinirsel akımlar göndererek heyecan yaşantısının farkına varmamızı sağlar. Yani bu teoriyi anlamak için hipotalamusu anlamak gerekir.

            W.B. Cannon ve Philip Bard, otonom sinir sisteminin heyecanlarla ilgili sempatik bölümünün iç organlarla ilişkisi kesildiği zamanlarda bile, korku uyandıran hallerde duygusal tepkilerin meydana gelebildiğini gözlemlemişlerdir. Bunun üzerine heyecan üzerinde yalnız otonom sinir sisteminin değil, merkezi sinir sisteminin de bir rolü olabileceğini düşünmüşler ve gerek elektrik aletleri kullanarak gerek ameliyatla beynin belli kısımlarını çıkararak keşfetmeye çalışmışlardır. Bard, beynin üst merkezlerinin çıkarılması halinde bir  kedinin heyecan uyandırıcı bir durum halinde çeşitli duygusal tepkilerde bulunduğunu deneysel olarak kanıtlamıştır. Üst beyni ameliyatla alınmış kedilerde öfke, korku, cinsel heyecan gibi tepkiler uyarılabilmiştir. Aslında bu gibi kuvvetli duygusal tepkilerin öğrenilmeden, düşünülmeden yapılmakta olduğu, bunların daha çok kalıtsal sinir bağlantıları ile açıklanabileceği bilinmekte idi. Bunun üzerine üst sinir merkezleri ile orta beyin arasında olan merkez sinir sistemine girip çıkan birçok sinir düğümcüklerinin bulunduğu talamus bölgesi dikkati çekmiştir. Bu sırada bir kedide hipotalamus bölümünün elektirikle uyarılmasıyla öfke nöbetinde görülen tepkiler yapay olarak meydana getirilebilmiştir. Böylece bu bölgede hipotalamus bölümünün duygusal tepkilerin meydana gelmesinde rol oynadığı kabul edilmiştir. [10] 

James-Lange Kuramına göre dış uyarıcıların algılanması önce bedende fizyolojik süreçlere yol açar, bu fizyolojik süreçlerin daha sonra farkına varmamız heyecan duygumuzun temelini oluşturur. Cannon-Bard kuramına göre ise, dış uyarıcılar hipotalamusu uyarır ve hipotalamus bir yandan fizyolojik değişikliklere yol açarken diğer yandan beyin korteksini oluşumdan haberdar eder. Beyin korteksinin haberdar edilmesi heyecan duygusunun temelinde yatar. [11]

 

Bilişsel Kuram/Schachter ve Singer’ın iki faktör teorisi

Stanley Schachter’in ileri sürdüğü kuramdır. Shachter’e göre bedenimizde oluşan fizyolojik değişikliklerle, içinde bulunduğumuz durumu algılama ve anlayışımız arasında sürekli bir etkileşim vardır. Ona göre, bilişsel süreçler heyecanlara anlam verip isimlendirmemizde önemli rol oynar. Schachter’in görüşü, yaptığı bir deneyin bulgularına dayanır. Bu deneyi aktarmak gerekirse: İki grup alınır. Bunlardan biri deney, diğeri kontrol grubudur. Deneyin yeni bir ilacın görmeyi nasıl etkilediği amacını taşıdığı belirtilmiştir.Her iki gruba ilaç enjekte edilmiş, ve deneklere bir soru listesi sunulmuştur. Deney grubuna adrenalin enjekte edilmiş, ve grup kendi içinde üç alt gruba ayrılmıştır. İlk alt gruba maddenin etkilerinden bahsedilmemiştir. İkinci gruba bu maddenin kalp atışını arttıracağı ve denekleri gergin bir duruma sokacağı söylenmiştir. Üçüncü gruba ise yanlış bilgi verilmiştir yani ilacın kaşınma, uyuşukluk gibi şeylere neden olacağı söylenmiştir. Kontrol grubuna ise adrenalin yerine hiçbir etkisi olmayan bir sıvı verilmiştir. Birbirinden farklı iki çevre oluşturulmuş ve her alt grubun ve kontrol grubununn yarısı bir çevresel koşula diğer yarısı da diğer çevresel koşula konmuştur. Kızgınlık koşulunda olanlar sinirli tavırlar, mutluluk koşulunda olanlar ise mutlu tavırlar sergilemişlerdir.

İlacın hakkında kendilerine hiç bilgi verilmeyen ve yanlış bilgi verilen alt gruplar bedenlerinde oluşan fizyolojik değişiklikleri çevrelerinde olan bitene bağlamışlardır. Doğru bilgi verilenler bedenlerinde oluşan değişikliklerin nedenini bildikleri için herhangi bir heyecansal yoruma gitmemişlerdir. Kontrol grubunda bulunan ve sahte sıvı enjekte edilen denekler ise bedenlerinde herhangi bir değişiklik olmadığından herhangi bir heyecan hali yaşamamışlardır.İşte Shachter bu bulgulara dayandırır teorisini.

Schachter kuramına göre, bedenimizde olup biten fizyolojik değişikliklere, çevremizde bulunan uyarıcılar çerçevesinde anlamlı olan bir heyecan ismi veririz. Çevremizi algılayışımız ve anlamlandırışımız, içimizde meydana gelen fizyolojik oluşumlara yol açan heyecanın adını vermemize yol açar.[12]

 Bu teorinin çıkış noktası Cannon’ın ve James&;;Lange’n teorilerinin yanlış olduğunun düşünülmesidir. Bu teoride heyecan deneyimi iki faktör üzerinde toplanır:

  • Otonomik sinir sisteminin harekete geçirilmesi
  • Bilişsel süreçler

Yani J-L modelindeki gibi  Schachter ve Singer da harekete geçişin öznel tecrübeden önce olduğunu düşünürler. Ancak bu da yeterli değildir.

Olayı basite indirgersek, psikolojik bir harekete geçiş yaşadığınızı düşünün ve sonra da bunun bir açıklaması olduğuna inanın. Eğer bu açıklama duygulandırıcı değilse bir heyecan hissetmeyeceksiniz. Ama duygulandırıcı ise hissedeceksiniz.  Bu hareketin düzeyi yani psikolojik canlanmanın düzeyi de heyecanın yoğunluğunu belirleyecektir.

Hilgard (1989) bazı eleştirel noktalara dikkat çeker:

  • Adrenalin herkesi aynı yolla etkilemez.
  • Psikolojik bir canlanmayı tecrübe etmeyen 5 kişi örneklem dışına çıkarıldı. Eğer o 5 kişi dahil edilseydi koşullar arasındaki farklılıklar ortaya çıkardı. 
  • Deneklerin ruh haliyle yargıya varılamaz. 
  • Şunu düşünmeyi unutarak hataya düştüler; enjeksiyon başlı başına heyecan içerir. [13]

 

Sosyobiyolojik Kuram

Bu görüş, insanın sosyal davranışının doğal bir seçim sürecinden geçerek bugünkü biçimini kazandığını varsayar. Heyecanlarda da aynı düşünüş tarzını uygular. Bu yaklaşım heyecanların nasıl oluştuğunu ve fizyolojik temelinin ne olduğunu açıklamaz ama, heyecanların niçin devam ettiğini ve insan yaşamında heyecanların ne gibi işlevler gördüğünü açıklar. (Chance, 1980). Kuramı destekleyen kişilere göre heyecanlar, insanın diğer davranışları gibi, onun çevresine uyum yapmasını sağlar.

Sosyo biyologlar, her insan heyecanının uyumsal bir görevi olduğunu varsayarlar.

Heyecanlar yalnız insanlara özgü bir olgu değildir. Sosyobiyologlara göre insanlarda olan tüm heyecanlar, hayvanlarda da vardır. [14]

 

DOĞUŞTAN ÖĞRENDİĞİMİZ VE SONRADAN ÖĞRENDİĞİMİZ İFADELER

Yapılan araştırmalar hem öğrenmenin hem de biyolojik faktörlerin heyecan ifadelerini belirlediğini gösterir.[15] Bireyden bireye, toplumdan topluma heyecan ifadelerinin değişip değişmediği sorulan önemli sorulardandır. Bir diğer sual ise yüz ifadesinin kendi başına bir anlam ifade edip etmediği ve yüz ifadesinin içinde yer aldığı sosyal ortama göre anlam kazanıp kazanmadığıdır.

Türk Psikologlardan Mümtaz Turhan’ın yüz ifadesinin içinde yeraldığı sosyal ortama göre anlam kazandığını savunduğu bilinmektedir.

 

HEYECANIN SÖZSÜZ İFADESİ

Sözsüz iletişimin yani duygu ve heyecanlarımızı ifade eden iletişm türünün büyük bir görev taşıdığını biliyoruz.Mimiklerimiz, el-kol hareketlerimiz, ses tonumuz, gözümüzdeki ifade taşıdığımız duyguları dillendirir. Bazen farkında olarak bazen farkında olmayarak yaparız bunu. Aşağıdaki gibi bir çok şiir, şarkı  böylesi mesajları dile getirir.

 

‘’Gözlerin kal diyor, dudakların git

Bakışın anahtar, sözlerin kilit

Ellerin aç diyor, dudakların git’’

 

Gözler iletişimde ve sosyal etkileşimde mühim mesajlar taşır. Tabi bu durum da yine toplumdan topluma değişir.

Gözler, birçok duyguyu  dile getirirler. Derin üzüntüden büyük bir coşkuya kadar uzanan bir skala içinde, üzüntü ve coşkunun herhangi bir derecesini gözler ifade edebilir. Bunun gibi, arzu ile nefret, kararlılık ile tereddüt, güven ile güvensizlik gibi pek çok konuda gözlerin belli bir duyguyu belli bir şiddette dile getirme yeteneği vardır. Psikolog Simon Baron-Cohen, bu konuları on beş başlık altında toplamaktadır. Bu ise, çok büyük bir potansiyeli ifade etmekle beraber, bir şair veya sevgilinin gözlerde okuyabileceği şeylerin yanında oldukça mütevazı bir rakam olarak kalır.

Gözün ifadesindeki en büyük yardımcısı, hemen üzerinde bulunan kaşlardır. Kaşlar, bir yandan terin göz üzerine akmasını engellerken, diğer yandan da gözün güzelliğini tamamlar, ona dikkat çeker ve anlamını vurgular. Fakat kaşların asıl önemli görevi, “konuşmaktır.” Şaşkınlık, endişe, neş’e, dikkat, memnuniyet, sevinç, korku, nefret, düşmanlık, çaresizlik gibi duyguların dile getirilmesinde belki de en önemli rol kaşlara düşer. Hattâ, bazı ifadeler, kaşların katkısı olmadan kolay kolay anlaşılmayabilir de: hayret gibi.

Kaşları kaldırmakla görevli kaslar ise kafanın üst kısmına kadar uzanan ve orada sağlam bir şekilde kafatasına yapıştırılmış bulunan bir çift frontalis kasıdır ki, bunlar aynı zamanda alın derisine de hareket verirler. Frontalis’in kaldırdığı kaşı, başka bir kas, procerus indirir. Bir dostla karşılaştığımız anda, gözlerden beyne intikal eden bilgi “yüz tanıma” bölgesinde değerlendirilir, arşivdeki belgelerle karşılaştırılır ve duyduğumuz hayret ve memnuniyet hissi, beyinden yüz sinirine, yüz sinirinden frontalis kasına intikal eden sinyaller aracılığıyla kaşlar tarafından tercüme edilir ve dile getirilir. Bütün bu olaylar saniyenin altıda biri kadar bir zaman içinde bitmiş ve mesajımız, muhatabın rahatlıkla anlayabileceği bir biçimde, yerine ulaştırılmıştır. Münhal bir bölge gibi görünmesine rağmen, yanaklar da yüz kaslarımızın faaliyet alanındadır ve dış dünyaya sürekli olarak mesajlar göndermektedir. Özellikle utanma ve heyecan duygularımız, neredeyse saklaması imkânsız bir biçimde, yanaklar tarafından hemen açığa vuruluverir.[16]

 

KAYGI

Sık sık yaşadığımız heyecanlardan biridir. Kaygının tanımını yapmak zordur. Kaygı, üzüntü, sıkıntı, korku, başarısızlık duygusu, acizlik, sonucu bilememe ve yargılanma gibi heyecanlardan birini yahut birçoğunu içerebilir. Kaygının oluşmasında görülen desteğin çekilmesi, olumsuz bir sonucu beklemek, iç çelişki, belirsizlik gibi nedenler etkilidir. Bunlarla birlikte kaygının derecesi ve başarmayı amaçladığımız görevin zorluk düzeyi dikkate alınarak kaygının zararlı yahut faydalı olup olmadığına karar verilebilir.

 

ENGELLENME

Elde etmek istediğimiz bir nesneye, ulaşmak istediğimiz belirli bir amaca varmamız veya bir gereksinmemizin giderilmesi önlendiği zaman ortaya çıkan olumsuz duyguya engellenme(frustration)denir.[17]

Bireyler engellenmeye karşı değişik tepkilerde bulunurlar. Kimileri böylesi bir durumda saldırganlaşır kimileri ise içine kapanır yahut karamsarlığa bürünür. Kimisi de geniş davranıp hiçbirşeyi önemsemez. Engellenmenin ortaya çıkışında etken olan 3temel neden vardır. Bunlar gecikme, önleme ve çatışma engellenmeleridir.

1-Gecikme Engellenmesi: Kendimizce öngördüğümüz süre içersinde beklediğimiz şey olmazsa engellenme duygusuna kapılmış buluruz kendimizi. Buna en iyi örnek olarak Türk toplumunda erkek tarafını cevap verme süresini uzatarak bekleten kız tarafı verilir. Cevabı uzun süre geçmiş olmasına rağmen alamayan erkek tarafı istenilmediğini düşünür ve gecikme engellenmesi yaşanmış olur.

2-Önleyici engellenmesi: Nesnel önleyiciler, sosyal ve yasal önleyiciler, kişiden kaynaklanan önleyiciler ve çatışma gibi bir amaca ulaşmayı önleyen nedenleri içerir bu tür engellenme.

A)Nesnel önleyiciler:Sevdiğinizin 4saatlik uçak yolculuğu yapmanızı gerektiren bir uzaklıkta oturmasıyla onu göremiyor olmanız.

B)Sosyal ve yasal önleyiciler:Ailesini görmek için kaldığı ülkeden anavatanına gelmek isteyen gencin askerlik dolayısıyla havaalanında alınacağını bilmesi nedeniyle ülkesine gelememesi.

C)personal önleyiciler:Elleri sakat bir gencin çok başarılı bir hattat olmak istemesi.

3-Çatışmalar:İnsanın aynı zamanda farklı güdülerin etkisinde kalması durumunda çelişkiye düştüğünü bilir ve çoğu kez bunu tecrübe ederiz. Çatışma birbirleriyle uyuşmayan iki veya daha fazla güdünün aynı anda bireyi etkilediği anlarda ortaya çıkar ve güdülerin türüne, şiddetine, içinde bulunulan ortama göre değişik görüntüler gösterir.

İhtiyaçlarımızı ve isteklerimizi tatmin ederken yok edilmesi veya atlatılması güç olan yahut imkansız olan engellerle karşılatığımızda bozulma meydana gelir ve organizma bu engelin karşısında gerginlik ve sıkıntıya düşer. İşte bu gerginlik ve sıkıntıya bazen çatışma denir.[18]

 

Psikologlarca tanımlanan 3 farklı çatışma türü vardır.Bunlar:

1-Yaklaşma-yaklaşma çatışması:Gerçekleştirilmek istenen iki amacın çatışma halinde olması.Birey tecrübe etmek istediği iki olay arasında, ulaşmak istediği iki nesne arasında yahut kişiler arasında kalır. Örneğin bir kişinin aynı anda hem arkadaşlarıyla sinemaya gitmek istemesi hem de ailsiyle çok sevdiği bir yakınını ziyaret etmek istemesi.Dolayısıyla aynı anda ikisinden birini tercih etmek zorunda kalan kişi yaklaşma-yaklaşma çatışması yaşamaktadır.

2-Kaçınma-kaçınma çatışması:Gerçekleştirilmek istenmeyen iki şeyin arasında kalma durumu.Buradada kişinin karşılaştığı iki şeyi birden istememesi sözkonusudur. Okumak istemeyen öğrencinin okumadığı takdirde babasının yanında çalışması gerekeceğini bilmesi halinde öğrenci iki istemediği durumla karşı karşıyadır. Ne okula gitmek istiyordur ne de babasıyla çalışmak. Öğrenci bir kaçınma-kaçınma çatışmasıyla karşı karşıyadır.

3-Yaklaşma-kaçınma çatışması:Bir amacın hem iyi hem de kötü yönler taşımasıyla kişinin hem isteme hem istememe durumunda olması.Kimilerinin hem yemek yemek istemesi hem de kilo almak istememesi.Yahut sigarayı bırakmanın gerekli olduğuna inanark bırakmak istemek ancak biryandan da vazgeçememek.

            Anlaşılacağı üzere heyecanlar karmaşık duygusal yaşantılardır.[19] Bütün bedenimiz sistemimiz faaliyete geçer heyecanla. Hem beynin üst kısmı hem alt merkezlerin, otonom sinir merkezinin, hem de endokrin sisteminin karşılıklı etkileşmesiyle bu karışık duygusal yaşantıyı tecrübe ederiz.

 

Yorumlar

Yorum Bırakın