VAROLMAK GELİŞMEK UZLAŞMA

 

  Sorumluluğu Ötekine Atmak Değiştirmeye Dirençtir:

Sorumluluklarımızı ötekine yüklemek,en genel anlamıyla değişmeye direncin ifadesidir. Başımıza gelenlerin sorumluluğunu başkalarına yüklediğimizde, satır arasında farkında olmaksızın şunu söylemiş oluruz:

“Başımıza gelenlerin sorumluluğu bana değil, bir başkasına ait; o halde içinde bulunduğum durumdan kurtulmam için bir şeyler yapmanın bir faydası yok.”

   Yıllardır kolejlerin ve Anadolu Liselileri’nin sınavlarına yoğun şekilde hazırlanan, üstelik büyük bir stresle hazırlanan çocukların velilerinin sürekli “ben çocukların böyle yarış atı gibi hazırlanmalarına karşıyım ,ama ne yapayım , Allah kahretsin, sistem böyle!” dediklerini duymuşsunuzdur sanırım burada da yine sorumluluğu sisteme yükleyim başkalarından farklı yeni bir davranış aramaktan vaz geçme söz konusudur. Sistem sınavlı olabilir ;ancak ana ve babaların yoğun kaygı yaşamaları ve bu kaygıları çocuklarına da ulaştırmaları kendi tercihleridir.

Ruh sağlığı ve sorumluluk alma:

Sorumluluğu başkalarına atmak ,bireyin gelişmesini özellikle ruhsal sorunları ile başa çıkmasını engeller .eğer sahip olduğunuz ruhsal sorunların kaynağı olarak müdürünüzü veya enflasyonu gösteriyorsanız ve üstüne üstlük sizi iyileştirme sorumluluğu %100 terapistinize ait olduğunu düşünüyorsunuz , rahatlamanız zor, nerede ise imkansızdır . danışmanınız size yardımcı olabilir, ancak tek başına sizin yaşantınızı değiştiremez bu durumda söyle düşünmelisiniz “sahip olduğum ruhsal sorunlara dış faktörler yol açmış olabilir, ancak benim sorumlarımın ortaya çıkmasının da benimde payım vardır. Ve kendi sorunlarımı gidermeye gücüm vardır ancak değiştirilebilecek asıl kişi benim o halde değişmeyi gelişmeyi istemeliyim”

Öğrenen organizasyonlarda sorunluluk alma:

Öğrenen organizasyonlarda , her kademedeki çalışan , işiyle ilgili sorumluluk alır; bu durum onu, öğrenmeye ve yeniliklere açık hale getirir. Çalışanların sorumluluk almaları, kurum içinde biz bilincini artırır ve toplam kalite yöntemini uygulamasını kolaylaştırır.

Şöyle düşünmeye ne dersiniz:”beni engelleyen birtakım dış faktörler örneğin bir müdür bulunabilir. Bu engel beni kısmen etkiler. Asıl önemli olan, benim engeli nasıl algıladığımdır. Ben, bir engel karşısında, geri çekilebilir. Küsebilirim, kavga edebilirim veya engelle uzlaşabilirim. Eğer ben bir engeli gerçekten aşmak istiyorsam, uzlaşmak için denediğim 1. Yol işe yaramazsa yaratıcılığımı kullanıp yeni yollar keşfedebilirim. Kendi sıramdaki kişilerle çatışmak yerine, gelişmek ve uzlaşmak yaşamda bir üst sıra çıkabilirim.

 

Siz yeteri kadar siz misiniz?

Bu soru karşısında insanın otomatik olarak” evet ” demek gelebilir. Ama bir düşünelim. Kendimizi içimizde olanı, doğallığımızı bozmadan her zaman ortaya koyabiliyor musunuz? Eğer gönlümüzde belirli bir meslek varken, çevremizin etkisiyle başka mesleklere yönelmişsek yeterince kendimiz olmuş sayılır mıyız?

Ünlü yazar Borges’i sokakta gören bir kişi heyecanlanarak emin olmak için

“Siz Borges misiniz?” diye sormuş. Borges ise şöyle cevap vermiş:”evet,  genellikle.” Sanırım Borges bu sözüyle, kendimiz olmanın özümüze uygun yaşamanın her zaman mümkün olmadığını belirtmek istemiş.

Vücudunuz,

Yalnızca tarafınızdan doldurulabilecek bir boşluktur;

Tüm varlığınızda böyle.

Varlığımız, ancak kendi özümle doldurduğumuz zaman

Yeterince dolmuş sayılır.

OTANTİK YAŞAMAK

Otantik sözcüğünü sözlükler, “hakiki, gerçek, sahih, aslına uygun,su katılmamış” şeklinde tanımlıyor. Varoluşçu psikolojide otantik varoluş, kişinin, sosyal çevresini egemenliği altına girmeden, sahip olduğu potansiyeli kullanmasıyla mümkündür. “Otantik varoluş” bence üç öğeyi kapsıyor. Bunlar kişinin(a) sahip olduğu gerçek potansiyeli fark etmesi ve sergilemesi;(b) görünürün altındaki duygularını fark etmesi ve ifade etmesi ve (c) görünürün altında isteklerin fark etmesi ve ifade etmesidir.

Örneğin: müzik alanında, kaynağa yani halka giderek türkü derlendiği zaman da, toplanan parçaların otantik olduğundan söz ediyoruz. Bu durumda kanımca, gerek otantik varoluşta, gerekse otantik sanatta, kaynağa uygunluk, söz konusudur.

   Otantik varoluş demek, kişinin, görünürün altında  varolan iç güçlerini, potansiyelerini zihinsel kapasitesini, spontanlığını, duygularını, isteklerini fark etmesi ve bunları aslına uygun olarak yaşama dökmesi demektir.

Yunus Emre’nin ünlü değişini bilirsiniz, “Bir ben vardır benden içeri” demiş büyük usta. İşte içimizdeki bu ben’i daha doğru ifadeyle içimizdeki özben’i keşfetmek ve davranışa dönüştürmek demek, kaynağı otantik yaşamak demektir.

Eğer yeterli düzeyde otantik yaşıyorsanız, yeteri kadar kendiniz olduğunuzu iddia edebilirsiniz. Otantik yaşamak demek, ya hep ya hiç demek değildir. Kendinizi ne kadar ortaya koyabiliyorsunuz, siz o kadar siz olabiliyorsanız demektir.

OTANTİK YAŞAMAMANIN SAKINCALARI

Varoluşçu psikolojide kaynaklı yaşamanın bedeli, suçluluk duymaktır. Kaynaklı yaşamayan Heidegger “otantik olmayan” Sartre ise “samimi olmayan” yaşam biçimi adını veriyor. Otantik yaşamadığımız zaman bir anlamda kendimize ihanet etmiş, kendimizi engellemiş oluruz. Otantik yaşamadığımız zaman ortay çıkan söz konusu suçluluğun temelinde, kişinin kendi kendisini engellemesinden, kendisine ihanet etmesinden doğan huzursuzluk bulunuyor olsa gerek.

   Kaynaklı yaşamak için, içimizdeki duygulara bakarak ne yapmak istediğimizi keşfetmeli ve keşif doğrultusunda davranışta bulunmalıyız. İçimizdeki gerçek isteklere uygun davranışta bulunduğumuzda başarılı olma ihtimalimiz yüksektir. Çünkü, bir başka insanın istekleri için davranışta bulunmak, evrim sürecinde bizi güçlü kılabilir; ancak öz benliğimize uygun isteklerde bulunmak ise bizi daha da güçlü kılabilir.

   Kendi özlerine uygun yaşamak yerine,

   Başkalarını özüne uygun yaşayanlar,

   Adeta varlıklarını kiraya vermiş olurlar.

   Otantik yaşamaktan uzaklaşan birey veya toplum, giderek kendisine yabancılaşır.

OTANTİK YAŞAMAMAK VE İLETİŞİM ÇATIŞMALARI

Otantik yaşamayan, meslek veya eş seçiminde sorunlar ortaya çıkarmanın yanı sıra, günlük yaşamda birtakım iletişim çatışmalarına girme ihtimalimizi artırır. Bir insan gerçekten içinde öze uygun otantik yaşayabilse, büyük bir ihtimalle gireceği çatışmalarının sayısı azalacaktır. Merakla beklediğimiz bir yakınımız geldiğinde, geç kaldığı için ona kızabiliriz; ama asıl istediğimiz onunla iyi vakit geçirmektir. Asıl istediğimizin bu olduğunu fark edebilsek, çatışma ortaya çıkmayacaktır. İmalı iletişimle artık unutulan bir farklar ürünümüzü sunmak istiyorum:

Bir erkek, annesi ve karısı birlikte sofrada oturuyorlarmış. Kayınvalide gelinine kötü bir bakış fırlattıktan sonra “veşşemsü vel kamer, böyleymiş bizim kader” diyerek bir lokma alır. Bunun üzerine gelin öfkeli bir şekilde “Rabbi yessir vela tuassir, şimdiki geçen bu asır” diyerek bir lokma alır. Son olarak da erkek “El hakkatü m’el hakkatü, benim başım yumuşadı ama anamın başı kaskatı” demiş ve bir lokma almış. Bu imalı iletişim trafiğinde, aslında herkes herkese her şeyi söylemiş ama, görünürde kimse kimseye hiçbir şey söylememiş olmuş.

ÇEVREDEN KOPUK BİR OTANTİK YAŞAMIN SAKINCASI

 İnsanın alabildiğine otantik olması, belki kulağa hoş geliyor; ancak bu konuda gerçekçilikten uzaklaşmamak gerektiğini düşünüyorum. Çevremize gözümüzü kapatıp, yalnızca kendi içimizdeki potansiyeli kullanmaya çabalamak herhalde gerçekçi değil; hatta mümkün değil. Eğer ki potansiyelimizi bir dünyayı da dikkate almakta yarar vardır. Örneğin bir başka gün, bir evin sayvarına oturarak bir başka yağmuru seyredebiliriz.

  Otantik yaşayamadığımız zaman kendimize yabancılaşabiliriz; doğal ve toplumsal çevreyi dikkate almadan otantik yaşamaya çabaladığımızda ise çevremize yabancılaşabiliriz. Üç tür fark fark etmeden söz etmiştik ; nesilleri, zaman çevreye uygun uzun ömürlü bir otantik yaşam sürme şansımız yüksek olacaktır.

BİREY TOPLUMLA ÇATIŞTIĞINDA ÇÖZÜM:

BİR NASRETTİN HOCA FIKRASI

Birey otantik yaşadığında, yani kendi özüne uygun davranışlar sergilediğinde toplumsal baskılarla karşılaşabilir. Bazen toplum tarafından doğrudan engelleniriz, bazen de engellenmesek bile engelleneceğimizi düşünerek otantik yaşamaktan vaz geçeriz. Otantik yaşamaya en tipik itiraz, “ben doğal davranmak isterim ama komşular ne der?” şeklindedir. Toplum içinde de, toplumsal kuralları ve diğer insanları hiçe sayarak davranmazsınız. Her insanın özgürlüğü, bir diğerinin özgürlüğü ile sınırlıdır. Toplumsal uzlaşma, bu sınırlarla saygı gösterilmesiyle mümkündür . kişinin nerede ne zaman nasıl davranacağına toplum içinde ne kadar özgür olacağını kişi ve toplum birlikte karar verebilirler .bu konuda ibrenin kişiden yana kayması gerektiği konuşsunda bir Nasrettin hoca fıkrası var şöyle ; Hoca eşeğe binmiştir, oğlu yanında yürümektedir; yoldan geçen birisi “insafsız adam, çocuğu yürütüyor, kendisi rahatça kurulmuş” diye eleştirir. Hoca utanır, eşekten iner, oğlunu bindirir. Bu kezde bir başkası “bacak kadar boyuyla eşeğe binmiş, yaşlı babası yürüyor” diye eleştirir bunun üzerine baba oğul birlikte binerler yine yoldan geçen birisi “insafsızlar, hayvanı öldürecekler der. Bu eleştiriden de utanan baba oğul, eşekten inerler, peşi sıra yürümeye başlarlar. Bunu gören bir başkası ise “hayyyyy ahmaklar boş eşek önlerinde yürüyor, bunlar binmeyi akıl edemiyorlar” diye eleştirir bunun üzerine Hoca oğluna, “bak oğlum” der. “ne yaptıksa beyenemediler bir tek eşeği sırtımıza alamadığımız kaldı, onu da yaparsak “deli” derler iyisi mi biz bildiğimizi yapalım.

   Bu fıkra, kişinin kararlarını verirken topluma fazlıca aldırmaması gerektiğini anlatıyor fıkrada galiba, bir olayda sürecin tamamını bilmeden yolunda bulunan kişiler eleştiriyor, bu durumda: “topa en yakın kişi olan hakem haklıdır” mantığında hareket ederek, kendi davranışlarını belirlemede, başkalarına nazaran, daha fazla söz sahibi olması gerektiği düşünülmelidir. Hoca, biraz oğlunu eşeğe bindirip, biraz kendisi binip bir süre eşeği dinlendirerek gidiyor olsa, kendi bakış açısına görerek fikir yürütülecektir.

   Toplum insanları bir tek davranışlarına bakarak eleştirmemeli. Saçı sakalı birbirine karışmış hippi kılıklı bazı gençler vardır,bunları gören kimi yetişkinler bu gençlerin işe yaramaz insanlar olduklarını düşünebilirler. Marmara depremini izleyen günlerde bu görünümdeki çok sayıdaki gencin hiçbir maddi karşılık beklemeden bölgede can siperane çalıştığını gördüm. Şimdi biz bu gençleri saçları uzun diye eleştirirsek bir gün Nasrettin hocayı eleştiren yolculara benzeriz. Diyelim ki saçları uzun,kulağı küpeli bir genç var ve bu genç okulda başarılı,arkadaşlarıyla da                   sağlıklı ilişkileri var. Bu genç böylece bir bütündür. Bu gencin saçını zorla kestiremezsiniz. Okul başarısının ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinin eskisi gibi süreceğini garanti edemezsiniz. Nasıl ki doğada ekolojik bir denge vardır e bir ucundan bu dengeyi bozduğumuzda hiç hesaba katmadığımız başka noktalarda da sorunlar ortaya çıkmaktadır,benzeri durum birey için de geçerlidir.

Birey toplum ikilimini çözmede temel araç uzlaşma olmalıdır.Uzlaşma seviyesinde hem bireylerin otantik yaşamaları mümkün olabilir,hem de toplumdaki geleneklerin varlıklarını sürdürmesi mümkün olabilir. Bu noktada,”birey,kendi istekleri doğrultusunda davransın,fakat ya çevreden gelen baskılar onu farklı davranmaya iterse?” şeklinde itiraz edebilirsiniz. Bu durumda galiba,kimin galip geleceğini belirleyen ölçüt,”akılcılık ve işlevsellik” olacaktır. Eğer toplumun istedikleri daha akılcı ve işlevsel ise muhtemelen toplum galip gelecektir. Fakat bireyin isteklerin daha akılcı ve işlevsel ise o zaman da galiba birey kazanacaktır. Bu konuda çok güzel bir özdeyiş var. Şöyle diyor :

Nereye gittiğini gerçekten bilen adam ,

Dünya,kenara çekilir,yol verir

SOSYAL YAŞAM

Sosyalleşmek,varoluş kalitemize önemli katkıda bulunur. Ancak bireyin sosyalleşme düzeyi ile varolma düzeyi arasında doğrusal bir ilişki değil,bir normal dağılım ilişkisi bulunduğunu düşünmek gerektiği kanısındayım. Yani,çok düşük veya çok yüksek sosyalleşme düzeyi, bireyin varoluş kalitesini düşürür;fakat orta düzeyde -optimumda- sosyalleşmek ise varoluş kalitesini yükseltir.

İLETİŞİM

Sosyal yaşamı bir kelime ile özetlemek istersek,herhalde bu kelime “iletişim” olurdu. İletişim,dolayısıyla sosyal yaşam,varoluşumuzun temel öğelerinden. Ancak bu önemli konuyu burada ayrıntılı olarak ek almayacağız.”İletişim çalışmaları ve empati” adlı kitabında,Dünyada ve ülkemizde iletişim konusunu çeşitli boyutlarıyla tartışmıştır.Bu alanda,pek çok yazarın,örneğin Doğan Cüceloğlu’nun önemli eserleri var.

Sosyal psikolojide çeşitli rol tanımları var.Bunlardan birkaçı: Rol,bir konuma bağlı kurallar ve davranışlar takımıdır. Belirli rolleri sergilememize yol açan şey zihnimizdeki rol şemalarıdır.

Rol şeması,mevcut normlara ilişkin olarak bilgilerimizi düzenleyip örgütleyen bir bitişsel yapıdır. Bir başka tanıma göre rol,örgütlü sosyal bir yapı içinde  bireyin bulunduğu pozisyonu, bu pozisyonla  ilgili sorumlulukları,ayrıcalıkları  ve diğer pozisyonlardaki insanlarla etkileşimi yönlendiren  kuralları  gösterir.

Değerler  konusunda  ülkemizde  yapılmış  kapsamlı çalışmalar bulunmaktadır.

 

Yorumlar

Yorum Bırakın